Ya İstanbul olmasaydı?

Söyleşi: Zafer Söğüt Fotoğraf Sanatçısı, İstanbulsever, eğitimci

İstanbul’u konuşmak istiyorum, İstanbul’u konuşmak deyince neler söylenebilir?

İstanbul’u konuşmak, hürriyeti aslında kendimizi biraz geri atmayı beraberinde getiriyor. Çünkü devasa bir dergahı, mükemmel bir varoluşu konuşuyoruz İstanbul’u konuşmak. Bir de baştan bahsetmiştiniz ya, gençlerle beraber geziyor olmak. O yüzden ne söylesek kendimize dair aslında eksik olacak. Ama ben biraz sanat tarihçi olduğumdan, biraz da fotoğraflarım hakkında bundan bahsedilerek cümle kurmak isterim.
İstanbul’la ilgili çalışmalar yapıyoruz. Sanat tarihçi olmanın hasebiyle yüksek lisanstan başlayan bilgiyi, İstanbul’un kaybolmuş yapılarını araştırmanız, bizi İstanbul’da gençlerin bir araya geldiği bir köprü vazifesinde bir görev alanına açmış oldu. Biz de bu çalışmaları gençlere gezmeye çalışarak ilerletiyoruz. Bir de bir kitabımız çıkmış oldu. İstanbul Olmasaydı başlığıyla, ki olmasaydı İstanbul eksik olursa, hayatımızda ne olurdu anlamındaki araştırmalarında bizi yönlendirmiş oldu. Bu meyanda çalışmalarımız devam ediyor.

BEYKOZ’UN GİZLİ SIRRI

İstanbul ve gençler, size sorsalar, İstanbul’u nereden başlayalım gezmeye gençlerle birlikte?

 

Başlanacak birçok nokta bulunabilir tabii ama, gençlerle ilgili bir güzergah verilecekse, ben hemen o gençlerden şu icazeti almak istiyorum. Bir defalık bir gezi olmayacağı garantisi verilecekse, ben Beykoz’dan başlatmayı tercih ediyorum. Akbaba Sultan Türbesi’ne selam vermeden, İstanbul gezisi bence başlatılmamalı. Çünkü biz şunu çok hızlı atlıyoruz. Yani neslin çok değiştiğini, hatta belki bozulduğunu, gençlerimize dair olumsuz cümle kuran birçok sistem, birçok yapı ile karşı karşıya kalabiliriz.

Bunun sebebi nedir, biraz daha açabilir miyiz?
Ben gençlere çok güveniyorum, onları çok seviyorum. Otomatikman da o zaman onların zihin dünyasına bazı noktaları emanet etme ihtiyacı oluşmaya başlıyor. Eğer gençlerimizi İstanbul’a gezdirmekteki amacımız, onları biraz Fatih gibi yetiştirmek, Fatih’e örnek almaksa, onun yanındaki kişilerden en yakınımız, onların hocalarından icazet almak, onlara selam vererek İstanbul’u gezmeye başlamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

Akşemseddin Hazretlerini de ziyaret etmek lazım

Tabii ki Akşemseddin Hazretleri, o da bir güvenlikle metin olduğu için oraya direkt gitme şansımız yok. Ama onun hemen yanındaki, Fatih Sultan Mehmet Han’a hocalık yaptığını bildiğimiz Ak Mehmet Sultan Baba Türbesi’ni bir ziyaret etmek, hemen onun kenarında, Canfeda Hatun Camii’nde iki rekat namaz kılmak, gençlerle cami mimarisini oradan konuşmaya başlamalıyız. Bir de hemen yanında, türbenin kabrinin başında bir saklı kız ağacı var. Tahminlerime göre 545-550 yaşlara gelmiş oldu. Gençlere onları gösterip, İstanbul’un topografyasını, köy hayatını, şehir oluşumundan önceki halini, Akbaba Türbesi ve etrafındaki köylerden, Tokatköy gibi, Poyrazköy gibi, o bölgeyi gezerek başladığınızda, o gezinin güzergahının en sonunda belki Eyüp Sultan Hazretleri’ne bir selam vermek ya da gezinin sonuna ulaşacak bir şey olabilmek, belki Sultanahmet Ayasofya’ya, Milyon Taşı’na bir bitirme noktası olarak medeniyetçilik, tüm dünyanın bu merkezi toplantılarını Fatih gibi hedefin neresi olduğunu göstererek bitirmeyi uygun gördüğüm geziler yaptığımız için, benim de gençlere tavsiyem, bu beyanında şekillenmiş, başlayacak gezi güzergahları oluştursunlar.

MANEVİYATIN ÇEKİM MERKEZİ İSTANBUL

Peki, neden İstanbul olmasaydı ne olurdu kitabı ve neden bu başlık?

Bu başlık bende bir mecburiyetle aslında şekillendi. Hocam takdir edersiniz, sizin de çok yoğun, güzel çalışmalarınız var. Bir deryaya dönüştü İstanbul’un bilgisini. Yani toplamaya kalkarsanız, ben bir literatür çalışması yaptım. 4000’den fazla basılı esere hemen böyle mutfağa ulaşabiliyorsunuz ki, geçmiş kadim eserlere bakarsanız, bu sayede kat kat artacaktır. Bu kadar yoğun bir yapı içerisinde, İstanbul’da bir şeyler söylemek, var olması, kaynağa inmek, başka dertler de üretmiş olacak. İstanbul olmasaydı, o yüzden kalem alınması gerekli düşündüm.
Bir başka bakış açısı geliştirmek. Gerçekten hayatımızda ne eksilirdi? Bunu hem gençler için ayrı bir başlığa konuşmak lazım. Hem de tüm insanlık için. Ya da biz İstanbul’da yaşayanlar için, bu cümle çok kıymetli bir hale gelebilir. Bana sorarsanız, ilk başta böyle madde madde ilerlememiz gerekiyorsa, şunu söyleyebilirim.
Bence doğu ve batı kavramları oluşmazdı, İstanbul olmasaydı. Hemen akabinde o maneviyatla ilgili yaptığımda, tıpkı beni yine cümle kurmaya zorluyor. O da İstanbul olmasaydı, bu parçası hemen hatta bu kadar güzel de olamazdı. Bunu sadece İslam dini için söylemiyorum. Ondan önceki dinlerin de, mesela Hristiyanlığın, Hz. İsa’nın çarmıha gerilindeki kanlı gömleğinden tutun da, çivi çakıldığı, o haç işaretinin şekillendiği, kalınlığa malzemeden İstanbul’a getirildiğinin korunduğunu bilmiş oluyoruz. Böyle bir misyonu var İstanbul’un.

Direkt maneviyatın çekim merkezi haline gelmiş olması anlamında çok önemli. Bizim Müslümanlar için, Peygamberimizin ön gösterdiği bir şehre dair dönüş olması, istikametimizi çizmiş olması anlamında, İstanbul çok değerli bir yeri içeriyor. Bu da çok önemli. İstanbul’dan eksik kalmış olurduk.

İSTANBUL OLMASAYDI TÜM ŞEHİRLER EKSİK OLURDU

 

Kısaca İstanbulsuz bir şehir düşünemiyorum mu diyorsunuz?

 

Ben İstanbul’suz bir şehir oluşumunu, medeniyet oluşumunu düşünemiyorum. O yüzden İstanbul olmasaydı başlığı içerisinde çok geniş bir alanın çıktığını fark ediyorum. Şehirlere nasıl bir ruh verdiğini görmek, onu tanımlamak lazım. Beşinci madde de eklemiş olayım. Burada İstanbul olmasaydı, diğer tüm şehirler biraz eksik olurdu. Çünkü siz de fark ediyorsunuzdur.
Yani İstanbul birçok şehirin parçalarını taşıyor. Ya da birçok şehre ruh vermiş durumda. Yani Tokyo gibi uluslararası şehirlerden de 8-10 tane isim sayabiliriz. İstanbul’la bağlantısını gördüğümüz, etkisini fark ettiğimiz. Ya da İstanbul biraz Bartın, biraz Çorumdur. Oradan buraya taşınmış. Mesela İskilip Çorum’un ilçesi olarak düşünürseniz oradan Ebu Suud Efendi’nin buraya taşınmış olduğunu, burada kendisine bir anlam yükü taşıdığını görmüş olmak. İstanbul’a nasıl bir ruh taşındığının göstergesi. Bunların hepsinin eridiği bir şehir ve biz bir medeniyet tasavvurunda bulunuyoruz. Daha önemlisi ya da en önemli başlık herhalde şuna dönmüş olur. Bir gelecek kaygımız olurdu eğer İstanbul olmasaydı.

İSTANBUL’UN FOTOĞRAFINI ÇEKMEK

İstanbul fotoğraf çekiliyor güzel ama biraz hoyratça mı kullanılıyor, yani biraz miras yedi gibi miyiz?

 

Soruyu da biraz böyle fotoğrafçılıkla, çok meraklı kardeşlerimize yön vermek anlamında anlayarak cevap vereyim. İstanbul’u evet çok hızlı tüketiyoruz ama ona rağmen bitmiyor. O da bence güzel bir enerji veriyor İstanbul’un bitmeyeceği verisi de. Tahminlerime göre belki günlük 1 milyon, 2 milyon kere deklanşöre basılan bir şehir konuşuyoruz. Genel olarak bir sayaç olarak işletilse bile bu rakamlar olacağımız çok açık. Tabi bu da şu an sebep oluyor. Peki eğer İstanbul’da herhangi bir kareyi, kadrajı aldığında, elimi, gündemimi aldığında elim titreyerek önce bir hazırlık sürecinden geçmem gerektiğini biliyorum. O yüzden benim için aslında hantallaşıyor fotoğraf çekmek dediğiniz şey de anı dondurmak. Biz hemen çekip tüketip başka bir sahneye geçmekle ilgili bir meşruiyet taşıyoruz. Bu da yine bir şey taşıyacak bizi.
Eğitimde de böyle bir artık gençlerin her şeyi çok hızlı tüketme süreci var. Sanki fotoğrafı İstanbul’la birleştirirsek gençlerin bu hızlı tüketim çözümüne çözüm olacak bir enerjisi var. Çünkü çektiğiniz fotoğraftaki detaylar, belki Martının bir kadraja girdiği an sizi bambaşka bir yere götürerek gençlerin biraz daha yavaşlamasına, daha derin düşüncelerine seyahat olacak bir potansiyel taşıyor. Ben daha çok bu duygularla kadraja şekil alıyorum. O yüzden hızlı tüketiliyor mu cümlesi bir anlam taşımış olacak.

İSTANBULL’DA FOTOĞRAF ÇEKMEK KOLAY DEĞİLDİR
Bir de İstanbul’dan nasıl fotoğraf çekilir?

Bunun muhtemelen haritası çıkartılmış durumda. İyi fotoğrafçılar, sanatçılar İstanbul’un gün batım takvimlerini çıkartarak hangi gün, hangi saatte güneş çıkacak? Hangi silüet etkisine sebep olacağı şeklindeki çalışmalar yaparak o gün o saatte hava uygunsa fotoğraf çekip görürler. Değilse ertesi sene yine aynı gün daha temiz bir havada fotoğraf çekmek üzere kadrajını bir daha notuna bak, şekillendirmiş oluyor. O yüzden İstanbul’da fotoğraf çekmek aslında çok meşakkatli, çok böyle yoğun bir zihin aritmetiği gerektiren bir çalışmadır.

Bende ise daha çok şöyle bir tavsiye ise ben şimdilerde şöyle çalışıyorum hocam. İstanbul’un silüetinde, derinliğinde görebilmek için çok önemli bir şey. Bir şey söyleyebilirseniz ki zaten onu minareler ve camiler süslüyorlar çok. Artık yavaş yavaş başka argümana da girmeye başladı gökdelenler gibi. Önüme aldığım bir tarihi objeyi, tarihi mimari eseri. Arkasında başka bir objeyi de bir değiştirecek ve açılar bulmaya çalışıyorum. Bu da beni ister istemez şehrin yükseklerine, tepelerine ya da oluşmuş o doğal yapıların dışında işte minarelere çıkmak gibi ya da gökdelenlerin tepelerine başka kadrajlar bulmak gibi bir çalışma yetiyor. Bunun için de teknik ülke var. Vermeden geçemeyeceğim. Yani iyi bir zoom lensle çalışıldığında, full frame makinelerle çalışıldığında çok değişik sonuçların çıktığı örnekler görmeye başladım. Yani bizim direkt gördüğümüz bir manzarayı, bir eseri arkasında ya da yanında başka bir eserle yakınlaştılar, çekilmiş fotoğraflar daha gizemli başka İstanbullular üretmeye başladı. Belki ileride bununla ilgili bir sergi çalışması da gündeme gelebilir. Ya da bunu sosyal medyada ortak bir çalışmalara getirip bu verileri toplayıp İstanbul’un daha değişik başlıkları varmış şeklinde bir çalışmayı da fotoğrafla beraber çalışmayı düşünüyoruz.

Sevgili gençlere, İstanbul’u merak eden gençlere neler tavsiye edersiniz?

 

Bu da başka bir aslında ağırlık, bu cümleyi böyle tam anlamda taşıyabilmek, mesajı vermek. Bir kere doyasıya yaşamak. Yani ilk cümle bir şey rica edebiliriz gençlerden ancak böyle bir ilgi İstanbul’da gibi bir çalışmaya yapıyorsak. Ben yürümelerini tavsiye ediyorum. Ve mümkünse cep telefonsuz sahneler görmeleri gerektiğini düşündüğüm için.
Telefondan uzak yürüyüşlerle İstanbul’u keşfetmeleri. Gençlere İstanbul’a kaybolmalarını tavsiye etmek şeklinde olursun. Mesela Fatih semtinde alakasız bir sokağa giriversinler ya da şehir merkezine gittiğini fark ettikleri bir ulaşım aracına kaybolmak üzere binsinler. Büyüme bir güzergah olarak gitsinler. Hatta bunu yaparken lütfen iki ya da üç kişilik gruplarla gelsinler. Tehlikeli bir şey söylemek için söylemiyorum. Bu çalışmayla beraber onların aslında her kayboluşu kendi içlerinde de İstanbul’u inşa etmeyi, kendilerini bulmayı, kendilerini keşfetmeyi onların için. Onlara sağlayacak bir enerji taşımış oluyor. İstanbul’un her köşesi, her taşı onlar için aslında bir gizem, bir imkan ve onların kendilerini bulmaları için bir serüven haline gelebilir. Böyle bir çalışmayla İstanbulluların bütünleşmesini tavsiye etmiş olabilirim.

Zafer Söğüt Kimdir ?

 

Bir çocuğu taşımanın yeryüzünü taşımak olduğunu bilen bir ailenin çocuğu olarak 1977 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Selçuk Üniversitesi’nde Sanat Tarihi Bölümü’nü ve Sakarya Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. Marmara Üniversitesi’nde Türk Sanatı alanında yüksek lisansını tamamladı. Özellikle lise ve üniversiteli gençlerle fotoğrafı paylaşmak onu mutlu ediyor. Fotoğrafın; bir gencin kendini bulmasındaki temel enstrüman olduğunu düşünüyor. Yazarlık denemeleri de İstanbul araştırmaları da hep fotoğraf içinde anlamlı.

 

“Fotoğraf: Dünya’nın maddi kabarıklığından öte cömertliği an gibi öncesiz ve sonrasız olarak tüm duygularla anlatan ortak dildir.” Bu ortak dili çalıştığı her kurumda binlercesine öğretti. Birçok fotoğraf projesini yönetti ve içerisinde yer aldı. Öğretmenlik görevini resmi kurumların dışında çeşitli kuruluşlar bünyesinde de devam ettirmektedir.