Tekkeler bir rehabilitasyon merkeziydi

İstanbul’da 100 Tekke kitabının yazarı Mehmet Akif Köseoğlu ile Erkam Radyo’da İstanbul’daki tekkeleri konuştuk.

  

Fahri Sarrafoğlu: Mehmet Akif bey, tekke nedir sorusu ile başlayalım mı ? Gözlemlediğim kadarıyla tekellerin sadece bizim bildiğimiz manada değil, bir rehabilitasyon merkezi olduğu da söyleniliyor, siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? 

 

TEKKELER GELENEĞİ OLAN MEKANLAR

Mehmet Akif Köseoğlu: Teşekkür ederim Fahri bey bana bu imkanı sunduğunuz için. Tekkeler hayatta İstanbul’da gördüğümüz kadarıyla insanların manevi anlamda rahatladıkları ve orada huzur buldukları mekanlar diye söyleyebilirim. Tabi bu tekkeyi sadece bir yapı olarak düşünmemek lazım, hayatın sosyal yönünü açısından baktığımız zaman, insanların farklı-farklı gittikleri, gördükleri yerler var fakat bütün hayatın akışı içerisinde tekkeler insanların farklı mesleklerde olsalar bile bir arada toplayabilmiş ve geleneği olan mekanlardır.

Mesela bir camiye gittiğimiz zaman, caminin tam geleneğini göremiyoruz. Göremiyoruz çünkü bir imam efendi tayin ediliyor, o imam efendi başka bir yere gittiği zaman yeni bir imam efendi geliyor, o da 5 vakit namazı eda ettiriyor cemaatine, fakat o camii cemaatine baktığımız zaman yalnızca birbirleri ile tanışanlar musafaha ederler. Fakat tekkeletin bir geleneği var, Hz. Mevlana’yı düşündüğümüz zaman, kendisi Konya’da ama İstanbul’daki büyük Mevlevihane’ler açılmış. Bu Mevlevihane’ler belli bir silsile şekline, belli bir silsile hallerine göre yapılmış. Tekkelerde bir hoca-öğrenci ilişkisi bulunmakta. Bir icazet ilişkisi bulunmakta tekkelerde.


 Fahri Sarrafoğlu: yani bir gelenek var, bir kültür, bir tekke kurumsallaşması var diyebilir miyiz? 

 Mehmet Akif Köseoğlu: Tabi. Tasavvufun görünür boyutu tarikat ve tekkeler. Her bir Osmanlı döneminde bunu daha rahat görebiliyoruz, eski fotoğraflardan, tarikatın şeyhi diğerinden farklı kıyafetler giyebilmiştir, bunu görebiliyoruz. Bir Sümbülü şeyhini Bektaşı şeyhinden ayırmak yada bir Mevlevi şeyhini, Kadiri şeyhinden ayırmak mümkündü. Ve onların zikir tarzlarına baktığınız zamanda, aslında her meşrebe göre bir tasavvufu terbiye olduğunu görüyorsunuz. Yani diyelim ki, mesela siz daha çoşkulu, daha dinamik bir karaktere sahipsiniz, size daha farklı hitap eder tarikat ya da bir zikir tarzı olabilir. Ya da daha sakin bir meşrebiniz vardır, ona has bir tarikat, bir zikir, bir mürşid vardır. Her insanı doğru yola kanalize edecek bir mürşid bulunabilir. 

 TANIDIKÇA İSTANBUL BİR SEVDAYA DÖNÜŞÜYOR

Fahri Sarrafoğlu: Mehmet Akif bey o zaman herkesin psikolojik durumu nasılsa, arzu ettiği ruhu durumu neyse ona göre birini İstanbul’da bulabiliyor diyebilir miyiz? 

 Mehmet Akif Köseoğlu: İstanbul müthiş bir hazine. Bütün dostlarıma şunu diyorum, sokak sokak dolaşın diyorum. Çünkü sokaklarda dolaştığınız zaman, ve az da olsa Osmanlı’cayı çözdüğünüz zaman İstanbul bir sevdaya dönüşüyor. Bir mezar taşını okuduğunuz zaman, bir kitabi okuduğunuz zaman, size yeni bir kapı aralanıyor. Benim maceram da bu şekilde oldu. Böyle baktığım zaman, ayakta kalmış bir tekke duvarı gördüğüm zaman, başka tekkelerin de olması lazım, burası medeniyetlerin başkenti diye düşünerek araştırmaya devam ediyorum. Böyle diyerek olmayanları da araştırmaya başladım. Zamanında Osmanlıda vazife yapmış olan tekkeleri araştırınca bir hazine ile karşılaştığımı gördüm. 

İLK TEKKE ŞAHKULU SULTAN DERGAHI

Fahri Sarrafoğlu: İstanbul’daki en eski tekke hangisidir, nerede kurulmuştur? 

 Mehmet Akif Köseoğlu: Osmanlı döneminde, 16/17 yüzyıllar dediğimiz zaman, İstanbul dediğimiz zaman süresi içerisinden bahsediyoruz ama daha sonra 19 yüzyılı döneminde İstanbul denilen bölge daha fazla genişledi. Yani biz böyle büyük sınırları düşünecek olursak Osmangazi zamanında ilk tekkeler Üsküdar’da kurulmaya başlandı. Üsküdar bir mutasarrıflıktı (Beykoz’u ve Kadiköy’u içine alan bir mutasarrıflıktı). Şimdi böyle bir alan düşünecek olursak, günümüzde de var olan bir Bektaşi tekkesi olan Merdivenköy’deki Şahkulu Sultan Dergahı ilk kurulan tekkelerdendir.

Osmangazi zamanına kadar dayandırılıyor onun tarihi. Malumunuz İstanbul’un Fethi yarımadanın Fethine tekamül ediliyor ama taa Osmangazı zamanında Üsküdar’a kadar gelinmişti. Daha sonraki dönemde Anadolu Hisari inşa edildi. Fatihin hükümdar oluşu ile Rumeli Hisarı yapıldı. Rumeli Hisarı döneminde kurulan tekke aslında Rumeli Hisarı inşasından aslında önce, orada 1451’de yapılmış mezar taşlarına rastlıyoruz. Yani Haci Bayram Veli şeyhinin bir Halife’sinin orada bir kabri var.

TEKKELER İSTANBUL’U FETHE HAZIRLADI
 Fahri Sarrafoğlu: o zaman aklıma bir soru geldi Mehmet Akif bey, Fetih’ten önce demekki tekkeler var, şöyle diyebilir miyiz: tekkeler İstanbul’u fetihe hazırladı ? Yani sadece müslümanlara değil Rum halkına da faydası oldu, onların kalbini de fethetti diyebilir miyiz? 

 Mehmet Akif Köseoğlu: Tabiki. Netice itibariyle dervişler her bölgede öyledir. Trabzon’un fethinde de bu böyledir. Öncesinden dervişler gittiler. İstanbul’un fethinde de bu böyledir. Zaten o kabir taşları bize bunu çağırıştırıyor. Demekki bir bina inşa edilmeden önce dervişler oradaydılar. 

 AKSARAY SEMTİNDEKİ HİNDİLER TEKKESİ ÖNEMLİ

Fahri Sarrafoğlu: Peki Mehmet Akif bey, Fatih’te durum nasıl ? Fetihten sonra ilk tekkemiz nerede kurulmuştur? 

 Mehmet Akif Köseoğlu: Şimdi fetih ile birlikte, yani 1453’te, sur içerisine girildikten sonra, malumunuz Fatih’in yanında hemen Akşemsettin var. Akşemsettin’in fikirlerine önem veriyordu Fatih. Şuanki Zeyrek semtinde, Pantukator kilisesi büyük bir kiliseydi İstanbul’da, o kilise fetihten hemen sonra hem medrese, hemde tekke olarak kullanıldı. Yani Akşemsettin’in orada kaldığını ifade eden bir kitabe var. Bu tekkenin ilk müderrisi de Molla Zeyrek aslında Haci Bayram Velinin halifesidir. Hem bayramı şeyhidir hemde müderristir. Akşemsettin’de hemen o tekkenin yanında bir tekkede kaldığını tahmin ediyoruz. Bunun yanında, Fatih Sultan Mehmet Hindîler tekkesi adı verilen, Aksaray’da bulunan, bir Nakşi tekke tesis ediyor. Tekkenin daha sonraki dönemde kadiri tekkesine geçtiğini biliyoruz. Bu tekkenin son şeyhi daha önce Kudüs’teki Özbekler tekkesinde şeyhlik yapmış bir şeyhtir. Sonra İngilizler, orayı işgal edince, Türkiye’ye geldi ve Türkiye’deki bu tekkede 1920’den, 1925’e kadar görev yaptı. Hatta daha sonra tekkeler kapansa bile, orada ikamet ettiği bilinmekte. Yani aslında bu Hindîler tekkesini sayabiliriz, daha sonra daha büyük tekkelerde tesis edildi, Koca Mustafa Paşa’daki Sümbül efendi tekkesi dediğimiz Sümbülüye kolunun merkez tekkesidir. Orası Halfetilerce kadim bir tekke olması itibariyle önemli bir tekkedir. 

İLGİNÇ TEKKELERİMİZ

Fahri Sarrafoğlu: Peki Mehmet Ali bey ilginç tekkelerimiz var mi? Meslekleri içine alan tekkelerimiz var mı? Bitanesi yine Veznecilerde aklıma geliyor, Kalenderhane, yani meslekleri içine alan, kalenderlerin bir arada topladığı tekkeler, gibi ilginç tekneler var mi?   

 Mehmet Akif Köseoğlu: Şimdi kalenderiler bir Türk tarikat diyebiliriz. O Kalenderhane de ilk tekkelerdendir İstanbul’un, orası da bir kiliseydi daha önceden fakat o binayı Mevlevi’lere ve Kalenderilere tahsis etti Fatih Sultan Mehmet o binayı. Hatta şunu da diyebiliriz İstanbulun Mevlevi’lerin kullandığı tekkedir orası. Onun yanında aslında spor tekkeleri var. Mesela İstanbul’un vefa semtinde küreşçiler için pehlivanlar tekkesi vardı… Şu an binası yok ama pehlivanlara has bir tekke vardı.  Bununla iliğini bilgi sahibi olmak isteyenlere şunu diyebilirim: kitap yayınlarından çıkmış tasavvuf adı altında çıkan bir kitap var, bu kitapta farklı makaleler mevcut, bu makalelerden biri de bu pehlivanlar tekkesine aittir. Okçular tekkesi de var. Bugünkü Okmeydanının ismi bu okçular tekkesinden gelmekte. Bir de uzun yıllar, 100 yıl boyunca, harabe durumda kaldı sonra tekrar inşa edildi ve okçular için bir mekan oluşturuldu. Hastalara yönelik bir tekke biliyoruz, Üsküdar’da.  Özelikle cüzzam hastalığının tedavi gördüğü ve onları bir araya toplayan tekke var.

 TEKKELERE SADECE ERKEKLER DEĞİL HANIMLAR DA GİDER

Fahri Sarrafoğlu: Mehmet Akif bey şunun da altını çizebilir miyiz: o dönemde tekkelere kadın-erkek herkes gidebiliyordu, yani ayrım yoktu herkes istifade edebiliyordu diyebilir miyiz? Sadece hanımların gittiği bir teke var mıydı?  

 Mehmet Akif Köseoğlu: Sadece hanımların gittiği bir tekne yok ama hanımların daha çok rağbet ettiği tekkeler var hatta ismini Hatuniye tekkesi olarak almış tekkelerde var. Ama tekkelere zaten sadece erkekler gitmez, hanımlarda gider. Hanımlar için ayrı mahfil yeri vardır, orada kadınlar kendi aralarında zikirleri ihya ederler, erkekler ise ana kısımda zikirlerini icra ederler. Zaten her tekkenin kendine has bir günü vardır, o özel günde bir araya gelirler daha çok ama tekkede ikamet eden dervişler vardır. Aslında herkesin kendi özel fikrini, kendi başına icra eder zaten. Kadınlara has bir tekke olmaz ama tabi kadınların özelikle Mesnevi sohbetlerini dinlemek için gittikleri tekkelerde olmuştur. 

 Fahri Sarrafoğlu: Günümüzde İstanbul’da faaliyette olan kaç tane tekke var Mehmet Akif bey? Ve sizin ziyarete tavsiye edebileceğiniz tekkeler hangileridir? 

 Mehmet Akif Köseoğlu: Size bir sayı veremem ama çok sayıda tekkenin ihya ettiğini biliyorum. Aslında kitabı alıp incelendiği zaman adresleri de bulursunuz. İstanbul tam bir hazine. Mevlevi’lere özel Galata’da tünelin hemen çıkışında bir Galata Mevlevihane’si var. Şu anda ziyarete açık bir şekilde, müze durumunda. Hatta Sema ayinleri cuma günleri icra ediliyor. Yine Yenikapı Mevlehanesi bugünkü Merkez Efendi Caminin hemen dışında cevizli bağ durağından yürüme mesafesinden büyük bir Mevlevi âsitanesidir orası.  Orada da çarşamba günleri Sema ayinleri ücretsiz olarak icra edilmekte. Hemen oraya gidildiği zaman Merkez Efendi Camii’ni ziyaret etmeyi tavsiye edelim. Halvetinin önemli tekkesidir orası. Yani Sümbül Efendi ve onun damadı Merkez Efendi. Merkez Efendi aynı zamanda  Kanuni Sultan Süleyman’ın kız kardeşi Şah Sultan ile evliydi. Hatta orada şifalı bitkiler ile ilgili bir çalışmada yürütülüyor Zeytinburnu Koca Mustafa’daki Sümbül Efendi Camii önemli bir tekkedir. Üsküdar Özbekler tekkesi. Sonra Yahya Efendi, Hüdayı Hazretleri. Bahariye Mevlevihanesi tekrar inşa edildi, tekrar görülebilir. Sonra Eyüp’teki Kaşkari tekkesi var orası Abdülhakim Arvasi hazretlerinin görev yaptığı yer. Necip Fazıl Kısakürek’in mürşidi ile karşılaştırdı yerdir orası. İstanbul’da dediğim gibi birçok tekke var, o tekkeleri tek-tek şu an saymak mümkün değil ama bizim medeniyetimiz ile bir bağ kurmamız arzu ediliyorsa, bunun bir işaret taşları var, işaret taşları da aslında mezar taşlarıdır.  Mezar taşları kaybolduğu taktirde belli görününürlüğü kaybediyoruz. Mesela Karaca Ahmet ve Eyüp Sultan özelikle ihtimam gösterilmesi kabristanlar. 

 MEZAR TAŞLARI BİZİM İŞARET TAŞLARIMIZDIR

Fahri Sarrafoğlu: Ben mezar taşalarımız tapu dairesi diyorum, yani sizin de dediğiniz gibi onlara ihtimam gösterilmesinin zaruri olduğunu düşünüyorum. 

 Mehmet Akif Köseoğlu: Biz eğer o mezar taşlarını okur, kimin yazdığını, hangi meslek, hangi tarikat, hangi meşrepten olduğunu oradan anlayabiliyorsak onlar bizim işaret taşımızdır. Ve onların kırılması, parçalanması, yok olması, okunmaz hale gelmesine mani olmamız gerekiyor. Bir de şuna temas etmem gerekiyor: tekkeler sadece bir bina değil, bir geleneğin aktarım merkezi olduğu için normalde işleve kazandırılması da gerekiyor. Tekkelerin vakıf şartları da var. Bu tekkeyi yaptıran ilk kişi bir vakıf şartlandırması getirmiş. Ve demiş ki bu tekke bu tarikata bağlı olarak şu zikirlerin icra edildiği bir mekan olsun demiş. Yani mesela bir kültür merkezi olması yada tekke ile hiçbir irtibatı olmayan, vakfın bunu kullanması bu vakfın yerine getirilmemiş olduğu demektir. Bizim vakıf şartlarına dikkat etmemiz lazım, kuranı Kerim’de de bu ifade ediliyor vasiyete dikkat edilmesi gerektiğine dair. Çünkü onu kullanan kişi ateş   İle oynuyor. Kullandığı bu tekkenin şartına dikkat etmesi bir zarurettir. 

 Fahri Sarrafoğlu: bize böyle bir kitap kazandırdığınız için size teşekkür etmek istiyorum. 

Mehmet Akif Köseoğlu (Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nda Daire Başkanı )
 
 
 
 
 
 
Fahri Sarrafoğlu
0532.362 61 56