İstanbul Beyefendiliği ve İstanbul Nezaketi Üzerine Söyleşi

İstanbul Kültürü alanında uzun yıllar emek vermiş, güzel eseler meydana getirmiş olan halen Balıkesir İl Kültür ve Turizm İl Müdürü olarak göreve devam eden Mehmet Mazak Bey’le İstanbul kültürü ve İstanbul nezafeti üzerine sohbet ettik.

 

İstanbul kültürü ne demek?

İstanbul bir imparatorluk yani payitaht şehirdir. Tabii Osmanlı öncesinde de bir başkentler başkentidir. Tabii İstanbul şehirlerin ecesi hani tabirle dünyanın kraliçesi. Napolyon ifadesiyle Napolyon’a atfedilir ama hani dünya tek imparatorluk olsaydı İstanbul başkent olurdu. Ama ondan iki asır önce Avusturya Macaristan sefiri Busberg’in de aynı buna benzer bir cümlesi vardı. İstanbul bütün Osmanlı coğrafyasının ya da Balkanların işte Asya’nın Afrika’nın izdüşümü olan bütün kültürlerin meczedildiği özellikle bizim medeniyetimizin İslam medeniyetinin meczedildiği bir yerdir. Ve İstanbul kültürü dediğim zaman bizim geçmişimizi ecdadımızı ifade eder. Aynı zamanda tabii daha önceye gittiğim zaman Bizans’ı da ifade eder

 OSMANLI İSTANBULUNDA TEMİZLİK İÇİN PARA HARCANMIYORDU

İstanbul nezafeti İstanbul temizliği deyince ne anlamalıyız?

Şimdi hocam bizim medeniyetimiz temizlik üzerindeyiz. Bizim medeniyetimiz İslam medeniyetidir. Medine’ye dayanan ve dediğim gibi ben özellikle şehir ve kent kavramını özellikle tercih ederken kent kavramını kullanmıyorum. İstanbul bir şehir medeniyetini temsil eder. Biz henüz İstanbul’u fethettikten sonra yani 29 Mayıs 1453’ten itibaren biz şehrin temizliğine, caddelerine, sokaklarına, nezafetine çok önem vermişizdir. Şimdi tabii bütün bunları yaparken klasik dönemde kadılık sistemiyle belediye hizmetleri yani belediyelik hizmetleri kadılık marifetiyle yapılıyor.

Ve burada İstanbul’un caddeleri, sokakları pırıl pırıl yapılıyordu. Ve bunun için ARAYICI ESNAFI  denen bir esnaf grubu vardı. Esnaf grubunun günümüz temizlikçilerinden ya da belediyelerin temizlik işçilerinden ya da temizlik birimlerinden farkı şudur. Normalde şu anda kamu kurumlarında özellikle belediyelerde en çok para harcanan, kaynak harcanan yerlerden biri temizlik işleri birimleridir. Halbuki klasik Osmanlı döneminde temizlik şehir pırıl pırıl yapılırken bile devlet herhangi bir para harcamıyor. Tam tersi buraları temizleyen yani arayıcı esnaf dediğimiz bu esnaf gruplarından belli bölgeleri ihale ederek onlardan yıllık bir para topluyordu devlet. Ve bunu yaparken de sadece esnaf gruplarıyla değil mahallede mahalle imamları, esnaf odaları, esnaf loncalarıyla, esnaf odaları başkanlarıyla hep birlikte hareket ediyorlardı. Yani evleri önüne, herkesin evleri önüne çevresini temizlemesi, O dönemin böyle adı konulmamış kurallarından.

İstanbul’da temizlik nasıl yapılıyordu?

Dolayısıyla İstanbul özellikle İstanbul’un fethinden itibaren 1850’lere kadar geldiğimiz süreçte şu şekilde temizleniyordu:  Edmond Amic’sin bir kitabı var. Orada 500 sayfaya yakın bir yer. Orada 400 sayfa, 490 sayfa boyunca hep İstanbul’un güzelliğinden, temizliğinden, parlaklığından, bir payitaht olmasından bahsederken bir yerinde tek bir olumsuz bir cümle vardır mesela. Yani bazı zamanlarda günümüzde de olur. Böyle ara sokaklarda olan sıkıntı olduğunu. Halbuki biz bugün günümüzde de biliyoruz ki Avrupa’da ya da en modern şehirlerde bile ana caddeler, meydanlar, arterler ne kadar temiz olursa olsun ara sokaklarda sıkıntılar vardır. İstanbul temizliğinde bir başkentidir, suyun başkentidir. İki de Boğaziçi’yle, Haliç’iyle, Denizi’yle ve hiçbir Avrupa medeniyeti, Batı medeniyetinde hiç bu kadar çeşmelerin ön planda olduğu bir yer yoktur. Dolayısıyla hamam biliyorsunuz temizliğimizde önemli bir kavramdır. Hamam kültürümüzde. İstanbul aynı zamanda temizliğin ve nezafetin de bir başkentiydi diye bir ifade edebiliriz.

İstanbul beyefendisi deyince neden hep akla Beyoğlu geliyor?

Hep Beyoğlu’nun akla gelmesinin sebebi şudur: Daha 1950 hatta 60’lı 70’li yıllara kadar İstanbul’da yani eskinin perasına yani Beyoğlu’nun istiklal caddesine ya da eskilerin tabiriyle Osmanlı’da cadde-i kebire çıkmak, oralarda ne bileyim gezmek, oradaki alışveriş merkezlerine gitmek için insanlar sanki bir baloya gider gibi özel giyinirlerdi.
Bakın cadde-i kebirde dolaşmak bir kültürdü. Dolayısıyla bugün istiklal caddesinde oraya giderken hanımlar en güzel şık elbiselerini giyer. İşte beyefendiler tıraşlarını olur ya da işte elbiselerini en şık şekilde hani ütülenler öyle çıkılırdı. Dolayısıyla hani İstanbul beyefendisi dendiği zaman ilk Beyoğlu’nun o istiklal caddesinin atla gelmesinin sebebi bu.

ŞEHİRLİ KİMLİKLİ MEDENİ İNSANLARIN OLDUĞU YER

Peki, İstanbul Beyefendisi nedir?
İstanbul Beyefendisi dendiği zaman aslında Beylerbeyi’nden bahsetmek lazım. Bir dönem şirket-i hayriyenin işlediği dönemlerde özellikle Boğaz’dan Beykoz’dan kalkan bir şirket-i hayriye vapuru iskelelerde durarak giderken Beylerbeyi semtine geldiği zaman hiç zamanında kalkamazmış. Niye biliyor musunuz? Çünkü o kadar beyefendi insanları oturduğu bir yer ki efendim siz önden buyurun efendim siz önden buyurun. Birbirlerine nezaket ve letafet yaparken, iltifat yaparken hocam zaman geçiyor. Tabii İstanbul beyefendisi ve hanımefendisi demek aslında şehirli, kimlikli ve medeni insanların olduğu yer demektir. Bu sadece Beyoğlu’na, Pera’ya indirgemek eskilerinden bunu ben doğru bulmam. İstanbul beyefendilerinin asıl merkezi payitaht durumu zemin dediğimiz Sur içidir, Fatih’tir, Eminönüdür. Beyoğlu akla gelmemeli.

İSTANBUL BEYEFENDİSİ SUR İÇİNDE BULUNURDU

O zaman yanlış biliyoruz ilk akla Beyoğlu’nun gelmesi doğru değil?

Asıl İstanbul beyefendilerinin, hanımefendilerinin asıl olduğu yer yani payitaht durumu zemin dediğimiz Sur’un Fatih ilçesidir. Yani bugünkü Eminönü’nün sirkeci, Beyazıt ama bir bütün olarak baktığımız zaman Sur içidir. Pera ve Beyoğlu’nun arka sokakları o dönemde Osmanlı döneminde bile biraz karışıktır. Beyefendi berduşlardan ve serserilerden geçilmez.
Bir de o dönem sosyal hayatın canlı olduğu alışveriş lokantaların bugün ifadesinde kafeteryaların ya da pastanelerin ağırlıklı olduğu marka işçilerinin İstiklal Caddesi olmasından dolayı böyle bir algı var. Asıl İstanbul beyefendilerinin yaşadığı yer Sur içi ve İstanbul’da Fatih semtidir. Bunun yanında Üsküdar’dır. Mesela Osmanlı’nın son döneminde Erenköy’den itibaren Kadıköy’dür. Beşiktaş’tan Sarıyer’e kadar giden bir özellikle sahil bandındaki sayfiye yerleri, konaklar vardı. Oralarda yaşayan insanlar İstanbul beyefendisi ve hanımefendi şehri özümsemiş. İstanbul’un kültürünü, geçmiş kültürünü, Bizans kültürü de dahil buna Osmanlı kültürü de dahil meczetmiş.

ESNAFLARI KANUNLAR DEĞİL YAZISIZ KURALLAR BAĞLARDI

Eskiden İstanbul esnafının nezaketi nasıldı?

Şimdi baş başa bağlı, başta başa bağlı sisteminde olduğu gibi ahilik geleneklerini, ahilik ünitelerini, ahilik değerlerini özümseyen esnaflarımız vardı. Diyelim ki yan yana iki tane pastane var. Birisi çok istediği zaman efendim buyurunuz bizde hani müşteri var yandaki komşumuz siftah yapmadı diyecek kadar da kendi ticaretinden ödün vererek yandaki komşusunu düşünen bir sistem vardı. Günümüz kapitalist sistemi maalesef artık hep bana hep bana sisteminde halbuki eskiler testere gibidir. Bir sana bir bana. Komşu ilişkileri bu açıdan esnaf ilişkileri de son derece önemlidir. Şimdi esnaflarımız mesele aynı şekilde bakın. Mesela kayıkçı esnafı vardır. Büyük esnaf gruplarına hep böyle şeye bağlıdır. Nöbete bağlıdır. Birbirinin müşterilerini almama kuralları vardır.
Ama kurallar tamamen devlet baskısı kanunlarla değildir. Esnaf odalar Bugünkü esnaf odalarının karşısında o dönemdeki her esnafın kethüdaları vardır.  Onların kendi hiyerarşik yapısı içerisinde oluşturduğu bir sistemdir. Ki zaten gerekli kurallar uymadığı zaman esnaf bugünkü odaları geçmiş kendi cezaları veriyorlar.

GENÇLER İSTANBUL’U HİSSEDEREK GEZSİNLER

Gençlerimize neler söyleyeceksin son olarak?

Yaşadığı şehri duya duya yaşasınlar. Tarihiyle, kültürüyle, doğasıyla deniziyle ama özellikle şehri dolaşırken ve bunları ruhlarına sindirmek isterlerken bir şekilde şehir insana nüfuz eder. Bunun insanın nasıl beş duyu organı varsa şehirler de böyledir. Duyu yoklama tatma koklama ve dokunma duyusu.
Eğer bu beş duyuna hitap etmeyen şehir senin şehrin değildir. Ben bugüne kadar şehir yazılımında ve şehir gezilerinde şunu gördüm ki İstanbul sadece beş duya değil yedi duya yani daha fazla duyunuz olsun hepsine hitap edebilecek bir derinliğe sahip bir şehirdir. Ve gençlerimize gençler sizin altıncı, yedinci, sekizinci duyunuz olsun bu duyularınıza hitap edecek bir şehirdir. Gençler bunun tadını çıkartın.

 

MEHMET MAZAK ÖZGEÇMİŞ

1971 yılında Mersin’in Erdemli ilçesinde doğdu. İlk ve orta ve lise öğrenimini burada tamamladı. 1995 yılında Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. 1998 yılında Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yeniçağ bölümünde “İstanbul’da Kayıkçı Esnafı ve 1802 Tarihli Kayıkçı Esnafı Sayım Defteri” konulu yüksek lisans tezini tamamladı. İlk kitabı 1998 yılında “Eski İstanbul’da Deniz Ulaşımı” adıyla yayımlandı.

Ulusal ve uluslararası birçok festival, sempozyum ve organizasyonları oluşturup başkanlık ve yürütme kurullarında yer aldı. Kültür iletişimi, kültürel kimlik ve marka oluşturma, şehir tarihi ve kültürü konularında proje ve çalışmaları olan yazar, bazı kültür sanat dergilerinin yayın ve bilim kurullarında da yer aldı.

Bugüne kadar Şehir ve Kültür, Mahalle Mektebi, Sebîlürreşâd, Star Açık Görüş, Yenişafak, Newİstanbul, ViraHaber, Şiar, Aydos, Teferrüç, Dil ve Edebiyat dergilerinde yazıları yayımlandı. 2020 yılında Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “Şehir Kokusu” kitabı ile gezi dalında yılın yazarı ve kitabı ödülü aldı. Son dönemde çalışmaları şehir kültürü alanında devam etmektedir.

HAKKIMDA

https://www.biyografya.com/biyografi/19590