Deneyimli gazeteci gözüyle İstanbul nereye gidiyor?

 

Söyleşi: Fahri Sarrafoğlu

Konuğumuz: Recep Yeter Gazeteci -Eğitimci

İstanbul’un geçmiş ve geleceğini birbirine bağlamaya çalışıyoruz. Yani gelenekten geleceğe doğru diye bir söz var ya, işte onu tam manasıyla Erkam Radyo İstanbul’un Sırları  programımızda inşallah gerçekleştirmeye çalışıyoruz. İstiyoruz ki İstanbul’umuz geçmişte nasılsa yani 4-5 bin yıllık bilinen tarih itibariyle tabii bir şehir üzerinde eserleri olan gerek Bizans döneminde, gerek Roma döneminde ya da Pagan döneminde olan bakın birçok eserler hala günümüzde var sevgili dinleyicilerimiz. Ve Osmanlı İstanbul’a 500 yıldan fazla bir emek sarfetti, kültürünü koydu, sokak sokak tabiri caizse nakşetti İstanbul’umuza. Peki bu İstanbul’umuz altını çizerek söylüyorum, yamalanmasın. Yani İstanbul’a sahip çıkalım.

Bugünkü konuğumuz, özel bir konuğumuz var efendim dediğim gibi tarih değil, gelecek olan İstanbul’u konuşacağız. Gönlü İstanbul sevgisiyle yatan, İstanbul’u seven bir gazeteci meslektaşımı konuk ediyorum. Recep Yeter. Yeni Şafak Gazetesi, Diriliş Postası gazetelerinde çalıştı. Kendisi ile Yeni Şafak gazetesinde beraber emekli olmadan önce çok güzel bir gün geçtik. Güzel çalıştık. Şimdi kendisiyle İstanbul’u konuşacağız.

Bugün İstanbul’un neler olmuş, hadiselerini konuşmayacağız. Ya da yarın gazetelerde ne var konuşmayacağız. Dediğim gibi programımıza başlarken siz de İstanbul severlerdensiniz. Gönlü İstanbul’un… İmza atan kişilerdensiniz. İstanbul’u konuşalım diyoruz Recep Bey. Ve işte sorularımız var. Yıllardır basın içerisindesiniz. Bir medya mensubu gözüyle bakarsanız eğer. Sizce İstanbul nereye gidiyor?

Yani uzun süredir tabi gazetecilikte iştigal ediyoruz. Evet. Şimdi 25 yılı neredeyse devirmek üzereyiz. (Bu kayıtı yaptığımızda sene 2017) Tabi ben bunu lise 1. sınıfta gazeteciliğe başlamış kabul ediyorum kendimi. Lise 1’de okulun dergisini arkadaşlarımızla beraber çıkarırken işte onun için röportajlar yapardık, onun için fotoğraflar çekerdik. Ve o derginin ismi Mihmandar’dı. Mihmandar da adını Eyüp Sultan Hazretlerinden alıyor. Eyüp İmam Hatip Lisesi’nde okuyorduk, okumuştuk. Tabi şimdi Mihmandar gibi bir dergide başlayınca, işte Eyüp Sultan gibi bir semtte  oturunca,  onun İstanbul’a niçin geldiğini Nasıl geldiğini bilerek, bunun farkında olarak bu işlemi yapıyorsunuz.

KAYBOLAN CAMİLERİN YERİNDE ŞİMDİ NELER VAR?

Daha o zaman öğrencilik yıllarınızda Eyüp Sultan Hazretlerinin enerjisi var sizde !

Dolayısıyla hani o günde, şimdi az önce sorduğunuz soruya girmeyeceğim. O günden başlayarak bugüne gelince o zaman bu soru daha da kıymetleniyor, bunu söylemek istiyorum. O başlangıç noktası çünkü mühim. Bu pencerenin açıldığı noktada mühim. Ben şunu hatırlıyorum, bir haber yapmıştım. İşte Samatya’da bir caminin bahçesini, daha doğrusu İstanbul’daki kaybolmuş camilerin listesi elime geçmişti. Ve o camilerin tek tek yerlerine gidip fotoğraf çekiyordum. İşte her müsait olduğumda gidip o camiyi bulup, nerede işte şurada gidip o caminin bulunduğu noktanın fotoğrafını çekiyordum. Tabii, şimdi elinizde bir cami listesi var. Evet. İşte bir Kethüda Camii diyorsunuz. Bir sokağa gidiyorsunuz, işte şu falanca yer, adres şurası, tamam gidiyorsunuz oradan cami arıyorsunuz. Fakat bir binanın önünde duruyorsunuz, o bina işte kapısında bilmem ne tekel bayi yazıyor. Ya cami yok ortada, evet. Ve aslında o adresi aradığınız yer. Yani orası eskiden camiymiş. Hani böyle manzaralar, işte affınıza sığınıyorum. Buyurun. Bir adrese gidiyorsunuz, bakıyorsunuz hıyar tarlası. Ondan sonra işte orada filanca işte paşanın adına bir cami bir zamanlar varmış. Şimdi muhabirlik dönemlerinde bunu çok sıkça hani o listenin peşinden çok sıkça gittiğimi hatırlıyorum.

Yani Sayın Yeter o zaman çok travma yaşadınız diyebilir miyiz? Elinizde liste var. Evet. Bir de biliyorsunuz işte atıyorum filan bayi ya da işte tarla, bostan. Bir travma üstüne travma.

Aynen öyle. O travmalar yani şöyle hani bir taraftan şimdi bugüne bakacak olursak nereye gidiyoruz kısmından yola çıkarak söylüyorum. Şimdi o listeyi tekrar bugün aslında elimize alsak ki hani bu başlı başına bir çalışma konusudur. Şimdi konuşurken de bir taraftan da aslında bununla alakalı da zihin tazelemiş oluyor. Ne güzel. Ben de not ediyorum ki inşallah bunları yaparsınız. O listeyi önümüze alsak muhtemelen şu anda tahmin ediyorum ki çünkü birkaç tanesini bildiğim için söylüyorum. Pek çoğu ihya oldu.

İSTANBUL DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKIYOR

O zaman İstanbul sizce güzel bir yere mi gidiyor?
 Yani İstanbul nereye gidiyor? Hani biraz daha bugünümüzü konuşmaktansa bu tarafıyla alakalı ilk etapta bir cevap vermek istedim. Elhamdülillah İstanbul’u İstanbul yapan asli değerler, asli unsurların ihyası konusunda güzel bir yere gidiyor. Güzel bir yere geldi, güzel bir yere gidiyor. Biz buradan gelip geçeceğiz. İstanbul’da binlerce milyonlarca insan yaşadı geçti gitti. İstanbul’da milyonlarca bina yapıldı geçti gitti. İstanbul’da binlerce araç geldi geçti. Gökdelenler şunlar bunlar yapılıyor bunlar yıkılacak gidecek. Fakat asli unsurlar olan bu toprağı toprak yapan değerler var. Yani İstanbul’u İstanbul yapan hasletler var. O büyüklerin o mihmandar dediğimiz değerler var. İnsanların ondan sonra buraya bastığı izler bıraktığı izler var. Bu izlerin devamı asıl önemli olan. Yoksa geri kalan elbette çok şikayetçiyiz elbette kalabalık elbette trafik var elbette çok yoğun bir nüfus var filan diye böyle şikâyet ediyoruz. Ama mesele bence biraz bu. Bu değerleri koruyabilmek ve bu değerlerin kıymetini bilecek insanları inşa edebilmek.

İSTANBUL’A SAHİP ÇIKACAK NESİLLER YETİŞTİRMELİYİZ

İstanbul’a sahip çıkacak ve nesiller yetiştirilmeli bu önemli bir konu.

İstanbul’un değerlerini muhafaza edebilmek. İstanbul’un değerlerini kıymetini bilen insanlar inşa etmek insanlar yetiştirmekle mümkün. İhya etmek inşa etmekle mümkün. Yani bu yüzden hani eskiler derler ya ekmeğine sahip çıkan ve nesline sahip çıkan bütün her şeye sahip çıkar. Yani ikisi çok mühim derler eskiler. Helal yiyin ki neslin de helal üzere daim olsun diye. Değerleri muhafaza etmek onu inşa etmek ihya etmek demek zaten İstanbul’u ihya etmek demek. Böyle bu tarafından yaklaşılabilir. Yani sorunuza biraz böyle tevilli bir cevap verdim. Yoğun şeyler söylemektense. Evet. Ama herhalde kifayet ettik.

İSTANBUL MAGAZİN MALZEMESİ OLMAMALI İSTANBUL BİR KÜLTÜR ATLASIDIR

Bir medya mensubu olarak daha çok magazinsel mi inceleniyor İstanbul ne dersiniz?

Evet. Maalesef böyle bir acı gerçek var. Yani bu da şundan kaynaklandığı kanaatindeyim. Sonuç itibariyle bu hani bize bu bilgiyi veren bu enformasyon. Bu enformasyonu sağlayan araç medya. Medyanın da en önemli taşıyıcı aracı televizyon. Televizyonun icat edilme gerekçesi eğlence. Yani televizyon bir eğlence aracıdır. Bilgisayar gibi değildir. Yani televizyon tek taraflı interaktif olmayan ve size tek taraflı hükmeden bir araç. Ve sadece ve sadece eğlence interaktif olmadığı için içerisinde etkileşim olmadığı için.
Yani karşılıklı bir bağlantı karşılıklı bir hasbihal hali olmadığı için tek taraflı bize bir şey vaaz ediyor. Şimdi burada o televizyonun o asli unsuru eğlence olduğu için. Bizi de yani asli amacı eğlence. Asli amacı eğlence olduğu için eğlencenin dışına çıkan bütün hususlarda bizi kendisinden soğutuyor. Biz televizyondan uzaklaşıyoruz. O halde bunu para kazanma amaçlı yapanlar. İnsanları kendisine tutmak için insanları eğlendirecek içerikler koyuyorlar.
Bu eğlendirecek içerik konusunda ne yazık ki işte İstanbul söz konusu olduğunda daha hoş gelen insanları daha kolay bu noktada televizyona koyarlar. Bu konuda televizyonun karşısında hapsolduğu televizyonun karşısında işte böyle bir orada robotlaştığı bir mekanizma gündeme geliyor. O da magazin mekanizması.

İstanbul ile değil de İstanbul’da yaşayan ünlülerin hayatlarını merak etmemiz isteniyor sanki?

Malumunuz olduğu üzere gece hayatı ünlülerin hayatları şunlar bunlar denilince ondan sonra daha doğrusu magazin denilince bunlar gündeme geliyor. Bunların da İstanbul’da nerede yerler içerler nerede gezerler tozarlar bunlar gündeme geliyor. İstanbul’u yani her televizyon kanalına baktığınız zaman hemen her birinde bir bu tarz bir program en az bir program ve her akşam neredeyse bir programla karşı karşıyasınız. Dışarıdan İstanbul’a bakanlar İstanbul’un böyle bir şehir olduğunu düşünüyor.
Bir anekdota anlatayım. 2003 yılı içerisinde bir gençlik organizasyonu o zamanlar bir gençlik STK ile gönüllü olarak katılıyor İlgileniyordum. İstanbul’a yaklaşık 20-30 ülkeden genç arkadaşlarımızı getirdik. Onlara işte liderlik eğitimi tarafından bir eğitim vardı. Bir de İstanbul’u gezdirdik. Ben gezi programına işte Edirnekapı’daki dergâhı da koydum. Yani bir hatırladığım kadarıyla pazartesi akşamıydı. Bir meşk saatini koydum. Gezi programı yani İstanbul’da gezme ama İstanbul’un gezi programı içerisinde pazartesi akşamı. İşte Cerrahi Tekkesinde meşk vardı. İşte orada o gençler meşki müşahede etme şansı buldular. Ve ayrılırken yüzlerindeki o tebessüm, mutluluk, duygu ondan sonra şimdi hepsi şunu söylediler. Bundan sonra ne kadar gelecek olsak da hiçbir zaman fark edemeyeceğimiz, hiçbir zaman göremeyeceğimiz Bir güzelliği bize gösterdiniz. Yani evet arkadaşlarımızı Sultanahmet’e Topkapı Sarayı’na da götürdük. Ama daha tali bir yere götürmektense, başka bir tali bir yeri daha gezdirmektense böyle bir mekana götürdük.

Önemli olan hiç göremeyeceğini göstermek, bu daha kalıcı oluyor.

Evet biz şu müzeyi sessizce gezebiliriz. Sonra geldiğimizde de görebiliriz. Ama siz bize belki biz bir daha hiç asla öğrenemeyeceğimiz bir yeri gösterdiniz diye çok teşekkür ediyorum. Çok teşekkür ettiler. Çok memnun ayrıldılar arkadaşlarımız. Ve onlara kıymetli bir hatıra kaldı. Dolayısıyla İstanbul’un neresini göstermek lazım dediğimizde böyle bir tarafı çok kıymetli ve önemli. Bunu kim yapacak? O medya yayının içerisini dolduran, o medyayı üreten, sadece medya değil aynı zamanda bu gezi programlarını yapan arkadaşlarımız. Siz çok kıymetli bu noktada. Çok önemli bir yer teşkil ediyorsunuz.

İstanbul’un manevi yönünü de göstermek önemli

Gezi programlarını yapan arkadaşlarımız bu hani gezi saklı hazineleri insanlara gösterseler, tanıştırsalar. Bizim manevi iklimimizi böyle kuşatan, manevi iklimimizi bereketlendiren noktalarda insanları götürmek, insanları buralara temas etmektedir. Buralara temas ettirmek lazım. Yani içi boş olsa dahi insanların oraya dokunmasını sağlamak lazım. Sadece orada bir işte bir manevi mekânda ya da bir oradaki bir kabre dua etmek maksadıyla değil tek başına. Bakın yani buranın şöyle bir misyonu vardır diyerek dönmek lazım. Vaziyet budur.

Nasıl İstanbul’u biz sevgili dinleyicilerimiz ya da İstanbul’u tanımak isteyenlere anlatalım? Bu konuda neler yapılmalı sizce?

Öncelikle şunu söyleyeyim. Benim en çok hayalini kurduğum ya da en çok ihtiyaç hissettiğim noktalardan bir tanesi şu. Elimizden kayıp giden şeyler var. Yaşayan hazineler var. Yani bir kültürel hazinelerimiz var. Camilerimiz, medreselerimiz, dergahlarımız var. Tekkelerimiz var. Bir de buraları kıymetli hale getiren insanlar var. Yani buraların yani o binaların içini dolduran insanlar var. Yani bu ikisi çok önemli. Hiç yoktan o dergahları, hiç yoktan o tekkeleri, o medreseleri, o camileri, o tüm bu bilgilerin içine dolduran insanlar var. Yani bu ikisi çok önemli. Yani bir tane kimseleri, o camileri. Hiç yoktan hiçbir şey yapamıyorsak bile o taş binayı, o ruhunu, o mekan ruhunu, o mimari ruhunu, gidip orada bir teneffüs etmeliyiz.

Bir iş adamı dostumuzun, bir kardeşimizin bir paylaşımını gördüm sosyal medyada. MÜSİAD başkanlığı yapmış bir abimizin kardeşi bu. Her hafta sonu bir alışveriş merkezine gitmek yerine bir camiye gidiyorlar ailesiyle beraber. O caminin özelliklerini anlatıyor. Bir ikindi vaktini o camide namaz kılıyorlar. Ondan sonra o camide şöyle bir iki saat vakit geçiriyorlar. Ve fotoğraf paylaşıyorlar. O kadar hoşuma gitti. O kadar mutlu oldum ki. Bu haftada AVM yerine cami programımızın durağı Sokullu Mehmet Paşa cami. Niye? Böyle not düşmüşler. Muhteşem. Bayıldım. Ve bunu inanın imkanı olan bir ailenin yapıyor olması ayrıca mutluluk verecek bir şey.

KÜLTÜREL HAFIZANIN İLERİYE TAŞINMASI LAZIM

O zaman ailelere önemli bir vazife düşüyor İstanbul’u anlatmak ve sevdirmek için?

Yani ailelere birinci anlamda böyle bir vazife düşüyor. İkincisi en çok en çok benim hakikaten çok arzu ettiğim ve olmasını istediğim hususlardan bir tanesi. Az önce söyledim. Bu mekanların içlerini dolduran insanlar var. Yani Fatih Camii’ne gidersiniz mesela ama Fatih Camii’ni bugün için söylüyorum. Günümüz için söylüyorum. Emin Saraç Hoca Efendi’den ayrı düşünemezsiniz. Fatih Camii’ne çocuklarınızı götürdüğünüzde Emin Saraç Hoca Efendi’yi de anlatmanız lazım. Oradaki hadis derslerini de anlatmanız lazım.
Yıllardır devam ediyor değil mi? Teşekkür edersin hocamıza. Şimdi işte karşıya Üsküdar’a geçtiğinizde Valide Atik gittiğinizde orada Saadettin Ökten Hoca’dan bahsettiniz. Tabii ki. Şimdi yani ve bu insanlarla hani bu bahsetme kısmı, hadi anlatma kısmı daha önemlisi temas. Yani muhakkak belki her hafta gidilmesi mümkün olmayabilir ama ayda bir kez. Yani gidip bu insanların, bu güzel insanların hocam on dakikanızı lütfen, lütfen dediğinizi asla karşı geleceklerini zannetmiyorum. Mutlaka buna imkan sağlayacaklardır.

Mesela işte kahvehanelerimiz var epeyce. Her kahvehaneye yani her cuma akşama olur, perşembe akşamı olur. Belirlenmiş kahvehanelere İstanbul’da bir İstanbul’un beyefendisini alıp gitmek. Orada bir hatıralarını anlatmasını sağlamak. Çok değil. Yirmi dakika. Bunları ilgili belediyelere sunalım. Bunlar hakikaten böyle yani çok kıymetli işler ve yapılması gereken işler. Çünkü bizim bu temasa ihtiyacımız var. Bu hafızanın ileriye taşınmasına ihtiyacımız var.

Bizden sonraki kuşaklara ne bırakacağız biraz da derdimiz bu olmalı değil mi?

Çünkü biz bizden bir önceki kuşak kadar donanımlı değiliz. Bizden bir önceki kuşak kadar kendimiz yani bu şeylerimizi kuşatıp kuşanabilmiş değiliz. Yani onların sahip olduğu o hasletleri kuşanabilmiş değiliz. Ve ne yazık ki bizden sonrakilere de bir öncekinden aldığımızdan daha azını bırakacağız. Bundan dolayı biraz büyük bir endişem var. Bu yüzden şunun için özellikle üzerinde duruyorum. Bizden bir önceki kuşakla bizden bir sonraki kuşağın arasında biz mutlaka köprü olalım. Onları orayla tanıştıralım ki sonraya da onlar miras olarak kalsınlar ve devam etsinler.

Öğrencilerinize İstanbul’u nasıl anlatıyorsunuz?

Çok güzel. Böyle tam kıvamında soru. Tam böyle can alıcı soru en sonunda. Benim üstadım aynı zamanda. Can alıcı kısmını orada çuvaldızı da kendimize batıralım bu kısımda. Buyurun. Şimdi evet sağ olasınız. Biliyorsunuz işte 6-7 yıl kadar Pazar eki çıkardık. Pazar ekinin yayıncılığını yaptık Yeni Şafak’ta. Yani bu meselelerle biraz hasbihal etmemizin sebebi biraz bu. İşte mimariyle çok alakadarız. Hani kişisel olarak. Bunların vermiş olduğumuzu bize şeyler var. Elhamdülillah hani birikimler var. Bunların kıymetini bilme adına öğrencilerime ne söylüyorum şimdi?
Benim bu konuda yani dünyada bizim olma gayemiz malum bu dünyayı boş geçirmeme adına gazetecilik faaliyetiyle bir şey yapma derdindeyim şahsen. Bunu ne kadar yapabiliyorum, çok iyi yapıyorum iddiasında değilim asla. Belki yüz birimlik bir mesabede belki bir birimi anca yapabiliyorum. Ama derdim bu. Gayem bu. Allah şahit. Şimdi çocuklara da bunu söylüyorum. Dolayısıyla siz bu mesleği yaparken önce böyle bir yükümlülüğünüz ve böyle mükellefiniz var şayet Benim gibi düşünüyorsanız. Dolayısıyla bunu yaparken o zaman İstanbul’da, İstanbul’u gelecek nesillere bırakma konusunda, kul hakkını koruma ve muhafaza etme üzerine sizin üstünüzde bir hak var. Bir vebal var. Bu vebali de bu vebalin farkında olmak da bu noktada bir haksıza hukuksuza göz yummamak ve bunun için çabalamaktan ve çalışmaktan geçiyoruz. İmkanlarınız, şartlarınız, olanaklarınız buna müsaade eder etmez bu ayrı konu. Ama önce bunun derdini taşıyın. Gayretini taşıyın. En olabilir yerde bunu yapmaya çalışın. Yapabiliyorsanız ne mutlu diyorum.

Allah razı olsun.