İstanbul’dayız ama İstanbul’u yaşamıyoruz.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nden yine İstanbul’u seven, İstanbul’u bilen bir hocamız, uzman doktor efendim kendisi Aras Nefci hocamızla Erkam Radyo’da yaptığımız söyleşi de İstanbul konuştuk. İstanbul’un medeniyeti üzerine sohbet ettik. Kısaca sizler için özetledik. İstifadenize sunuyoruz.

 

Söyleşi: Fahri Sarrafoğlu

Misafir: Doç. Dr. Aras Neftçi

 

İstanbul’da bir medeniyet var sevgili hocam. Bu medeniyet Anadolu’ya nasıl yansıdı? Bırakın Anadolu’yu. O dönemdeki işte Suriye, Avrupa toprakları hatta Afrika topraklarında da İstanbul medeniyetini görüyoruz değil mi? Bununla ilgili hocam sizinle şöyle sohbet edelim, hasbihal edelim diyoruz. Süremiz yettiğince inşallah.

İSTANBUL MEDENİYETİ İSLAM MEDENİYETİNİN ÖZETİ

İstanbul medeniyeti aslında İslam medeniyetinin özetidir. Hatta rafine edilmiş halidir.  Eskiden En başta İstanbul dili olan Türkçe. Bugün çok nahoş bir laf olarak Osmanlıca diyoruz. Osmanlı dönemindeki Türkçe demek lazım ona. Ve Arapça ve Farsça. Zaten Farsçayı ve Arapçayı bilmeden okumadan İstanbul medeniyetini idrak etmemiz muhaldir. Eski tabirle imkansızdır. O intisabın getirdiği sorumluluklar vardı. İster alim yetişsin, ister devlet adamı yetişsin. Biliyorsunuz devleti yönetenler sarayda yetişirdi. En derunda. O zaman hanımlı da harem üniversitesine yetişirdi. İkisi de saraydan yetişen insanlar tam her şeyle mücehhez donatılmış halde İstanbul’dan çıkıp devleti Yemen’den Bosna’ya, Cezayir’den İran’a kadar yönetirlerdi ve hepsi aynı şekilde güzel yazı yazardı ve aynı medeniyeti oraya taşırlardı.

Şu an neyin hüznünü yaşıyoruz hocam?

Ne yazık ki birinci dünya harbinden sonra bu son İslam medeniyeti dediğimiz Osmanlı medeniyeti, bu benim görüşümdü. Savaşı kaybetti ve tarihin yapraklarını yerine aldı fakat yerine bir şey koyamadık yani İslam alemi. İnsanlık alemi. Ne Türkler ne Araplar ne de Farslar. Onun handikapını ve hüznünü yaşıyoruz. Ve bunu en acı şekilde yaşayan birisi olarak ben bir Kerkük Türk’üyüm Irak’ta bitirilmiş liseye geldim buraya. Mesela bir Arap Müslüman ne Fars kültürünü bilir ne Türk kültürünü. Bir Türk ne Arabı bilir ne Fars’ı. Fars’ta karşılıklı olarak ne Arabı bilir ne Türk’ü. Hepimiz birbirimizden koptuk. Onun getirdiği bir düşkünlük var öyle bakıyorum.

ENDERUN VE HAREM BİR ÜNİVERSİTEYDİ

Sevgili hocam biraz somut örnek verirsek İstanbul medeniyeti dedik ya Anadolu’ya ve diğer ülkelere de yansıdı bu. Sevgili hocam.

Ben Yemen’de de gördüğüm bir Osmanlı mezar taşının benzerini Kırım’da da gördüm Bosna’da da gördüm. En basitmiş yani. Yazılan yazı çeşidini orada gördüm. İlim kitabı mesela Şam’da okutulan bazı dini kitaplar Bosna’da yazılmıştır. Halbuki bir Bosnalı yazarın şu anda aklıma gelmediği bir anda. Onu görmedik orada yani şey onu bilmiyorduk. Orada bildik yani bir alim taa Türkistan’dan kalkıp Cezayir’e gidebiliyor. Kırım’dan kalkıp Yemen’e gidiyor. Veya farklısı.

Ama az önce güzel bir cümle kullandınız hocam. Çok dikkatimi çekti. Cımbızla çekiyorum. Dediniz ki Enderun’da ve harem bir üniversiteydi dediniz. İşte orada yetişenler devlet yönetirlerdi. Ve o devlet tabi Anadolu’ya gidiyor işte ama bu yetişenlerin yeri İstanbul.

Her yere gidiyor. Anadolu’nun yeri her yere gidiyor. Ama İstanbul’da benim çok özel bir hatıram var. Bunu anlatmak zorundayım. Benim küçük kardeşim İstanbul’da ilkokulu okurdu. Murgul’a gitmişti. Orada İstanbullu çocuk diye örnek gösterildi sınıfta. Öyle sıranın üzerinde çıkartıldı. Yakın zamana kadar böyleydi yani. İstanbullu bir kültür İstanbul’dan gelmeli. İstanbul rafine. Her şey rafine mesela. Mimaride, kültürde, sanatta hatta. Her şey geliyor burada şekillenip İslam alemine, bütün dünyaya yayılıyor. İşte en basitten hatta, en basitten mimaride, en basitten işte savaş tekniklerinde her şeyde. Yani o yükselişler. Yani o yükselişler. Hatta batış döneminde dahil ki batış değildir. Geriliyoruz yani insanlık gibi. Her yaşlı adam gibi, yaşlı devlet gibi. Gerilirken bile öyleydik.

Peki sevgili Aras Hocam, sevgili dinleyicilerimiz, Erkam Radyomuza İstanbul deyince özellikle o dönemde yani Osmanlı döneminde İstanbul halkı ya da İstanbul kültürü, İstanbul medeniyeti çevreye saygı konusunda neler yapıyordu? Nasıl farklılığı vardı sizce?

İNSANA SAYGI ÖNEMLİYDİ HER ALANDA

Yani mesela bu şeriye sicilerinde var. Mesela bir adam ev yaptıysa evin çatısından eğer ki su komşunun bahçesine geliyorsa o çatı yıkılırmış veya pencere varsa adamın kendi komşu evine bakıyorsa o pencere kapatılırmış. Yani kanunla bunlar belirleniyor. Yani saygı biraz da çekince gerektirir. Yani saygılı duyarsın. Aslında kanunlar kötüler içindir. İyiler zaten saygıda kusur etmezler. Evet yani iyiler kötülük yapmazlar. Kanunlar kötüler içindir. Tabi hepimiz de uyuyacağız ona. İnşallah. Mesela peygamberin hadisidir. Sadaka 72 baht’tır. En düşüğü yoldan taşı kaldırmak veya engeli kaldırmak. Şu anda yollarımız hepsi engel. Adam arabasını yola park ediyor. Yoldan yürüyorsun. Araba çarpıyor sana. Yani dert büyük. Aslında yani İslam medeniyetinin daha çok insan medeniyeti bahsetmemiz lazım. Medeni olmak için inanca elbette müntiş olmak gerekir ama aslında insan olmak gerekir.

 

Az önceki cümlenize istinaden şunu diyebilir miyiz? İslam medeniyet dedik. İstanbul halkı o dönemdeki gerek saray olsun, gerek devlet idaresi olsun zaten İslam kültürüyle İslam tasavvufa yoğrulduğu için dolayısıyla bu işlerin de varlığı var. Diyebilir miyiz?

Diyebiliriz fakat bazı şeyler tasavvurdur. O dönemi yaşamadıkça yorum yapamam yani şundan dolayı. Şimdi yeni bir akım gelişti ben. Sanki o dönem her şeyle pirupaktır. Yanlış yoktur. Tabii ki onların da yanlışı vardır ama hep güzel tasavvur ediyoruz o dönemi. Çünkü o dönemden gelen imaj tasavvur daha doğrusu. Veya hayat karakteri. Yaşam tarzı. O bu fikri veriyor. Mesela eski adamlar nasıl yürüdü işte hızlı yürümez, yolda durduğu zaman gelen gidenin yolunu kapatmaz. Bunları bir önceki kuşakta gördüğümüz için yeni kuşakta görünce sanıyoruz ki Osmanlı da öyleydi. Halbuki o bir medeniyet davranışıydı. Medeni olmak onu gerektirir. Şehirde olmak için şeydir yani o şehrin hayat tarzını yaşamak, anlatmak değil de. Davranış biçimidir.

 

Osmanlı anlatılıyor ama Osmanlı’yı anlatırken mesela Abdülhamid Han’ın 100. Yıl dönümü önceki gün anıldı. Allah rahmet etsin. Medeniyet üzerine durulmuyor. Nasıldı Abdülhamid Han’ın hayatı? Nasıl yaşardı? O dönemde halk nasıldı? Bizim günümüze diyorum ki şunu sizden istiyorum. 2018 yılında okullarımızda halkımıza biraz da İstanbul medeniyetinden bahsetsek artık zamanı değil mi?

KİTABİ BİLGİLER İLE DEĞİL YAŞAM BİÇİMİ İLE TARİH ANLATILMALI

Zamanı da ama onu temsil eden varlıklar yok. İstanbul medeniyetten bahsedip bir medeni şekilde davranmıyorsam nasıl örnek olacağım? Hep kitabı, bilgiler, yazılı kitaplar. Peygamber’e atfeden bir söz var, Sessiz davetkar olun. Nasıl? Davranış biçimiyle. O davranışı biz gösterirsek ancak onlara örnek oluruz. Onlara iyi yapın, yanlış yapmayın deyip de kendimiz yanlış yapıyorsak hep tarihi hikaye ve menkıberlerle olmaz bu iş.
Davranış biçimiyle yani hep menkıbe anlatıyoruz. Tamam da. Fakat davranış biçimi nasıldı? İşte araba park ederken, yolda yürürken işte efendime söyleyeyim büyüklere saygı, küçüklere rahmet, şefkatli davranmak. Bunları göstermeyince olmuyor bu iş. Güzel hikayeleri anlatmak, onları canlı tutmak güzel bir şeydir ama ikinci aşamasına geçmedikçe hep bir anlatılan eski hatıradan öte bir şey olamaz.

 

Kısaca az önceki sorumuzun bir ilave yapacak olursak. Önce biz yaşayacağız. Önce biz göstereceğiz ki sessiz bir şekilde model olalım.

Evet. Yani şimdi yolda biri çöp atarsa ona tekrar verebiliyor muyuz? Yok. Biri yüksek çöple konuşursa, biri vaaz ederken gönül kırmıyorsa. İşte efendime söyleyeyim medeni biçimde bir işi. Peygamberin bir hadisi var. Onu kimse gündeme almıyor. Allah o kulu sever ki işi yaparsa en hakiki ve mükemmel şekilde yaparsa. Ben bu hadisini nerede asılı görmüştüm. Biliyor musun? Sirkecide bir işkembeci dükkanında. İşkembeci dahi bu hadisi asıyorsa bu medeniyette. Allah o kulu sever ki bir işi yaparsa hakkıyla ve en profesyonel şekilde yaparsa. Mesela. Ne güzel. Yolumu süpürüyoruz en iyisini yaparsak. Dersini veriyoruz en iyisini yaparsak. İşte efendime söyleyeyim ağaç mı buluyoruz en iyisini yaparsak. Bunu yaparsan zaten medeniyeti en ala seviyesine gelirsin.

 

İNSANA SAYGI DUYAN İSTANBUL’A DA SAYGI DUYAR

İstanbul’a saygı nasıl olur o zaman? İstanbul’a nasıl saygı duyalım? Ya da saygı duyuyor diyeceğimiz şeyler nelerdir?

En basit yoldaki çöpten başlar. Dikilen gökdelene kadar çıkılır? Yani işin sonu yok. Hepsinde söyleyebiliriz. Mesela bir de şöyle bir mesele var. Özellikle ben bir mimar olarak mimarlık tarihçisi olarak şehirde yapılan mimar yapılarla ilgili bu şehirde herhangi bir alakası yok. Eskiden dün bir hocamızın da söyleşisi çıktı. Şehirlerin kimliği yok oluyor. Kimlik neydi? Baktığınız zaman gördüğünüz… Mesela benim kimliğim nedir? Bir fotoğrafını gördüğünüz zaman ha bu filan şahıstır. İşte bu bina nedir? Ha bakıyorsun. İşte bu bina İstanbul Üniversitesi. Nereden biliyorsun? Kimliği belli. Görünüşünden. O şehirler artık ister New York olsun ister Tokyo olsun, ister Johannesburg olsun ister İstanbul olsun, gök yerine dolduktan sonra bir milli veya bir yöresel veya bir medeniyete ait kültür tasavvurunu yok ediyor. Onun için biz kaybetmiş gibiyiz.

Gençlerimize hocam ne yapabiliriz? Peki üniversitede nasıl olur bu? Dersler alıyorsun. Üniversite öğrencileriyle siz yıllardır berabersiniz. Bir inkişaf görüyor musunuz? Bir sorgu var mı bu konuda gençlerin kendilerinde?

Şimdi şöyle, üniversitede idealler anlatılır, doğrular anlatılır. Ama sokağa çıkınca farklı bir şey görüyorum. Bir de bunu düzeltmek zorundayım. İstanbul’un mimarları mahvetti diye bir söz vardır. Mimarlar güzel bir şey. Bakın mimar, işverenin, işlerini yapmak zorundadır. İşverenin imkanı, talepleri, ihtiyaçları artı imar kanunlarının yani belediye kanunlarının, şehircilik kanunlarının verdiği sınırlar.
Onun dışına çıktığı zaman zaten binaya izin verilmiyor. Peşiyle sınırlıdır. Yani terzi gibi. Sen terziye gidiyorsun, istediğiniz kadar para vermiyorsunuz. O belli bir sınır var paranın. Artı sizin de bedeninizin bir ölçüsü var. Mimar da öyle. Onun için mimar güzel yapıya yapar. Ama iş sahibi derse hayır ben bu imar kanuna göre bu yapının arsasının sonuna kadar bir zerresinden ifrat etmeyeceğim. O zaman mimar bir şey yapamaz ne yazık ki. Onun için mimarı burada ideali anlattınız öğrenciye. Çıktığı zaman yukarıdan bir yönetici hayır bu böyle olacak dendi mi her şey kapanır. İstanbul’a saygımız oradan geliyor. Oradan geliyor. Onun için bu iş büyüklerden başlar. Onlar sağ olsunlar. Bu işi yönlendirirlerse. Çünkü insanlar yöneticilerin fikriyle hareket eder. Tabi yani bu devirde değişti ama yönetici en de sonunda belirlediğin unsurdur. İşte kanundur. Bürokratdır. Üst düzey İdarecilerdir. Bunlar hepsi. Onlar belirliyorlar şehrin haritasını.

İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde yıllardır öğretim üyeliği yapıyorsunuz. Gençlerle birliktesiniz. Size gençlerin merakı nasıl giderek artıyor mu? Yoksa aman canım vizeyi verir geçerim, finali verir geçerim. Yani İstanbul merakı var mı? Sorun bu. Gençlerde, günümüzde İstanbul merakı var mı efendim?

Yani bir miktar daha fazla. Ama dediğim gibi daha fazla. Tabi özellikle bu bilgi ortamı, sanal ortamda birçok şeye ulaşılıyor. Haberdar oluyor. Takip ediliyor. Kültürel faaliyette de pek bir rol alıyorlar. Gençlerin kulüpleri de arttı bizim zamanımıza göre. Daha arttı ama dediğim gibi yani etkin olan şey şehrin güzelleşmesine, gelişmesine. İrade de o. İrade de önemli. Hepsi yan yana gelince bir inkişaf gelişir. Tabi bir de bir şey gelişti. İşte İstanbul’u sevmek, İstanbul’a intisap etmek önemli. Ben bile hala İstanbul’a müntesip olamadım. Olamayacaktım.

İSTANBUL’DA YAŞIYORUZ AMA İSTANBUL’U YAŞAMIYORUZ

Neden hocam?

Buradayım ama İstanbul’da yaşamıyorum ki ben. Lojimanda kalıyorum. Halbuki Yarımada’da kalmalıydım. Ben Yarımada’da barınamadım. Barındırılmadım. İkildim. benim yaşayacağım, ortam Yarımada’ydı. Mimarlık alanı. Tabi ki. Mimarlık alanı olarak, mimarlık tercihi olarak. Ben orada barınamadım. Hem kalabalık nüfustan, hem çocuklara olan yaşam ortamı nezaketsizliği. O zaman biz kendi tabiricaizse, tarlamızda göremiyorsak, o zaman ben kayıp birisiyim.

Hocam bir konuda beni uyarmıştınız. Ben şu anda sevgili dincilerim huzurunda da teşekkür ediyorum size. Gençlerimiz, dediniz ki güzel İstanbul’u seviyorlar ama beni uyardınız. Aman şu sırdan, aman şu hurafeden uzak duralım. Yani İstanbul’u anlatacağız diye, işte olmayan şeyler anlatmayalım. Bu konuda başta ben olmak üzere İstanbul’u anlatanlara uyarılarınızı hocam alalım. Tavsiyelerinizi alalım.

Bir gerçek kaynaklara ulaşmakta fayda vardır. Ulaşsak bile hemen kabul etmemek lazım. Çünkü şüphe kesin inancın, temel inancın temelidir. Her şeyde şüphe edeceğiz. Özellikle bu işi üstlenen kişiler yani. Ben sensiz. Ben bunu çok yaşadım. Bir konu deniliyor. İşte deniliyor ki mesela birini gördüm. Selimiye Camii’ni anlatıyor. Diyor ki Edirne Selimiye’de. İşte Sultan Selimiye’de gelir burada ibadet ederdi. Rabıta-ı Mevt yapardı. Kıyamete hatırlardı. Sonra baktı ki 2. Selim ölmüş. Bir yıl sonra Selimiye Camii açılmış Edirnede. Ve bu zaten millet iltifat üstüne iltifat üstüne diyor. Biraz kafanızı şey yapın düşünmeye sevk edin. Kitaba bakın değil mi? Bakın. İnternete bakın. Çok basit bir misal. En basit misal. Bir de İstanbul sırlar üzerine konu kurulmamış müsbet şeyler üzerine kurulmuş. İstanbul medeniyeti sır çünkü gizlidir. Yani ezoterist, batınidir. İslam inancı batıni bir inanç değil. Hiçbir inanç batıni olamaz. Batınilik girdiği zaman artık gizli bir mahvildir. Gizli bir örgüttür. Gizli bir büyüdür. Öyle bir şey yok. Medeniyet müşahhastır. Yani elle tuttuğunuz zaman görebileceğiniz, hissedeceğiniz tadı var, tuzu var, görüntüsü var. Bir yapıda da sır tevdi etmek zaten bizim inancımıza göre yapı kutsal değildir ki. Bugün derste bile anlattım. Kabe’yi bir de kaç defa yıkıp yeniden yapmışlar. Maalesef. Bu iki Kabe ne Peygamber’in Kabe’sidir ne Hazreti İbrahim’in yaptığı Kabe’dir yani.
HURAFE DEĞİL GERÇEK ANLATILMALI

Hocam bir düzetmeyi daha yapalım. Yıllardır hep anlatılır. Yok efendim Süleymaniye Camii’nin girişinde o kahverengi mermer var ya, Papa getirmiş diye söylenir ama aslı öyle değildir. Buyurun doğrusunu sizden dinleyelim hocam. O da bir hurafe çünkü.

Hurafe değil artık bir saygısızlığın alası. Şundan dolayı çünkü Süleymaniye Camii’nin inşaat defterleri elimizde mevcut. Çalışanların yarısı gayrimüslim. Kimse onların kutsalı ayağı altına alamaz. Osmanlı hiç almaz. Yani Atatürk bile İzmir’e girdiğinde Yunan bayrağını ayağının altına almamıştır yani. Onlar yapabilir ama biz yapmayız. Onun için kalkıp da Süleymaniye’ye gidip bir tek o taşı aramaktansa dünyanın en büyük mühendislik eserlerinin başında bakmamız lazım. O da kubbesidir, sistemidir. Selimiye’ye herkes gider Ters Lale’yi arar. Halbuki kafalarında dünyanın en büyük mühendislik eseri var. Bak net söylüyorum. Dünyanın en büyük mühendislik kubbesidir O devirde.

Bu konuda hassassınız

Millet gider hurafene der Ters Lale’yi. Ne yapayım Ters Lale’ye? Yani öyle tepkiliydim o Ters Lale’ye. Gittim de bakmıyordum bile. Millet biliyor okşuyor. Yok her sene kıyamete. Neye bakayım? Camiye. E tabi diyorlar her sene biraz aşağıya iniyor. Aşağıya tam gelince kıyamet kopar. Hurafe ne. Alın size yeni bir sır hocam.

 

İstanbul’un Siluetleri bozuluyor o konuda neler söyleyebiliriz?

Vallahi imarda onlara müsaade ediyoruz. Onlar da yapıyor. Bu kadar. Başka bir şey değil. Yani mesela tam şu anda pencereden bakıyorum. Ben gök kafesi görüyorum. Bakın hemen döndüm baktım. Şu anda İTÜ taş kışladasanız değil mi? Millet Varlık Fakültesi’nde. Gök kafesi nasıl yapıldı? Gök kafesi. İTÜ’nün arazisine bile tecavüz etmiş bir yapıdır. Baş edemiyor. Mahkemeliğiz onlarda. Vakıf arazisi evet. Bu yapı. Yapılırken Beyoğlu belediyesinden alındı. Şişli bölgesine aktarıldı. Öyle yükseldi. Yani hiçbir güç sermaye ve iradenin dışına çıkamıyor. Onun için mimarlar bir yere kadar bağırıyor ve bağıra bağıra ölecekler.
Yani şehri seven insanlar öyle düzelteyim. Öyle ibretle izleyeceğiz. Çok ağır hasta bir akrabanız olur. Onun yok oluşunu öyle hüzünle izlersin. Aynen. Doğru. Öyle bakacağız bu işe. Maalesef nasıl önleyeceğiz? Yapılanı nasıl yok edeceğiz? O bitti maalesef. Bu teslim olma anlamına gelmiyor. Kabul etme anlamına hiç gelmiyor. Bu işi kuralları dahilinde itiraz edeceğiz. Ama birçok benim arkadaşım net söylüyorum. Devre arkadaşım veya dönem arkadaşım. Benim gibi düşünürdü. Fakat idari makama gelince yine baştakinin emrini yapmak zorunda kaldım. Bunu düzeltip söylüyorum.

Bu bilinci mi hocam vermemiz lazım gençlere? Yani siz de öğretim üyesiniz. Herkese veriyoruz ama diyorsunuz ki göreve gelince, idariye gelince olmuyor.

Olmuyor. Çünkü büyük bir sermayesi olan bir kurum geliyor. Bir firma geliyor. Benim bu kadar param var. Bunu geliştireceğim. Devlete katkım olacak. Ekonomiye kattım olacak. İmar mı? Türkiye’nin zenginleşmesini veya İstanbul’un gelişmesini. Gönül başka, akıl başka, irade başka yönlendirince ucubeler çıkıyor ne yazık ki. Yani maalesef büyük bir hüzünle izliyoruz. Ha bu öyle bu kadar da aşırı kötü değil mesela. Özellikle Yarımada’da bazı dönüşümler bize hizmet ediyor. Yani büyük bir felakette değiliz ama yeterli değil. Hiç de

İstanbul halkı medeniydi, eğitimi yüksekti. Bunun şahsiyeti kişilik oluşturması da.

Eğitim yüksekten daha çok görgüsü yüksekti. Yoksa eğitim başka. Davranış biçimi o yüksek yani ben öyle bakarım bu işe. Yani bakarsın hocam demişti bir postacı gelirdi. Hocam da İstanbulluydu. Kaç nesilden beri. Annesi demiş şu postacı kadar kibar adam görmedim, efendi görmedim. Yani. O zaman bu eğitimle alakası yok. İnsanla alakalı bir şey. Şu anda oturduğum lojmanda bir temizlik görevlisi var. Göreve başlamadan önce saçını tarıyor. Ben o adama hayranım. Taşra’dan gelmiş. İşini seviyor. Saçını tarayarak işe başlıyor. Biz bunu yapmadıkça bu medeni bakın. Ummadığınız taşradan birisi geliyor temizlik görevlisi ama göreve başlamadan önce saçını tarıyormuş. Bu muhteşem bir şey. Demek ki hala içimizde epey nüve vardır. Bunu geliştirmedikçe hayat düsturu olarak ortaya koymadıkça medeniyette rol almalı.

Hocam son bir sorum var. Sizle yüz yüze görüştüğümüzde de bahsetmiştim. Mesela İstanbul’da ya da Türkiye’nin değişik yerlerinde güzel camiler yapılıyor. Mimar eserler yapılıyor. Veya yapılmıyor. Yapılmıyor ama doğru yapılmıyor. Parantez içerisinde ünlem. Mimar Sinan taklidi. Dediniz ki hayır keşke taklidi olsa taklit bile değil dediniz.

Taklit sanatta büyük bir aşamadır. Taklitle başlandı. Benim onun kanaatim şöyle. Biz hala o medeniyeti, o eserleri yenilerine inmediğimiz için yani sırf inanç değil, mimari oranı olarak inmediğimiz için yani ağır bir şey konuşacağım. Siz bir su bardağını büyüttüğünüz zaman sürahi olur mu? Olmaz. Veya bir kol saatini büyüttüğünüz zaman duvar saati olabilir mi? Olmaz. Acayip bir şey olur. İşte bu ucube odur. Oran bozuluyor. Bir de onun temel oran nispetlerini bilmiyoruz. Veya bilmek istemiyoruz. Bir de yapılan eserler etrafındaki iki katlı, üç katlı, evlerle değil, elli katlı, otuz katlı, binalarla yarıştığı için öyle bir maalesef medeniyetimize ait olmayan yapılar ortaya çıkıyor. Ama başka bir şey var. Ben geleneksel yapıda yani Osmanlı geleneğinde mimari yapılara karşı değilim. Halk seviyorsa neyse. Onu bağlar.

Ama estetik olması şartıyla. Değil mi? Estetik. Osmanlı estetiği.

Osmanlı estetiği, medeniyet estetiği, mimari estetiği temeldi. Yani bir yapı, batıda da güzelse doğuda da güzeldir. Yani batıda güzel olan bir yapı İstanbul’da da güzel gözüküyor. Ama önümüzde hazır örnekler var. İşte Süleymaniye var, Nur-u Osmaniye var, Ederine kapı, o bu filan. Onları ciddi şekilde inceleseniz bile daha güzel eserler koyma imkanınız vardır. Hala bu devreye teknoloji ve görsel açıdan her türlü simülasyonu yapma imkanımız had safhada. Ama ne yazık ki hala o medeniyetten nasibimizi alamamışız.

Sevgili hocam şimdi yine aklıma geldi. Zaman doldu ama iki dakikamız kaldı. Şimdi Avrupa’da meslektaşlarınız var. Öğretim görevlileri var. Avrupa, İngiltere. Zaman zaman konferanslara gidiyorsunuz. Size sevgili Aras Nefci hocam en çok sorulan soru nedir? İstanbul ve mimari açıdan. Neyi merak edip de size soruyorlar?

Şehir kimliği yok artık. Bitti. İstanbul’da. Bizim bir hocamız vardı. Onu rahmetle yad edeceğim. Bülent Özer. Mimari açıdan da hocaydı. Hakiki bir entelektüellik. Öyle derdi İstanbul için. İstanbul tarihi bir şehir değil. İçinde tarihi eser olan bir şehirdir. Eserler olan şehirdi. Bu kadar.

ARAS NEFTÇİ: ÖZGEÇMİŞ İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ:  http://arasneftci.com/