Üsküdar’ın bilinmeyenleri…

F: Sevgili dinleyiciler, İstanbul’un Sırlarında bugün Üsküdar’ı konuşacağız. Abdullah Kılıç abimizle görüşeceğiz. Kendisi kültür tarihçisi ve görsel sanatlar uzmanı. Hoş geldiniz efendim.

A: Hoş bulduk sevgili kardeşim.

F: Üsküdar kelimesinden başlasak. Üsküdar nedir? Niye Üsküdar diyoruz? Sırrı oradan başlayalım.

A: Üsküdar çeşitli isimlerden bugüne kadar Üsküdar olarak dönüşerek gelmiş. Evliya Çelebi’nin tabiriyle Eskidardan çevrilmedir diyor. Bizans döneminde de Sükütari, Kalkan demekmiş. Deri kalkan demekmiş, Sükütari. Oradan dönüşerek Üsküdar olduğu söyleniyor. Üsküdar tarihi itibariyle 1352 yılından itibaren Müslüman Türk toprağı burası. 1352’den itibaren yerleşim başlıyor. Osmanlı insan açısından. 1453’te de İstanbul fethedildikten sonra daha genişçe imar edilmeye ve bizim konumuz olan eserlerin neşvi nema bulmaya burada başlıyor.

ÜSKÜDAR PEYGAMBERİMİZE GİDEN YOLUN BAŞLANGICI
 Başladığı zaman olmuş oluyor. Üsküdar’ın önemi şuradan başlamak daha doğru. Ecdat öylesine algılamış, öylesine bir anlam yüklemiş ki Üsküdar’a. Avrupa kıtasından Asya kıtasına adımın ilk başlangıcı. İlk adım atılan yer. Dolayısıyla harem toprağı olarak kabul edilmiş. Peygamberine giden yolun başlangıcı. Kabe’ye giden yolun ilk başlangıcı olarak görmüş. Ve Üsküdar’a adım atar atmaz burası harem toprağıdır. Buradan itibaren Resulullah’ın hizmetine girdik düşüncesiyle Üsküdar’a adımı öyle atmışlar. Öyle bir farklı bir şey var. O yüzden harem diye semt var hala. Dolayısıyla Üsküdar’ı harem toprağı kabul ettikleri için Osmanlı insanının buraya bakışları çok farklı. Yaptıkları eserlerdeki anlam daha farklı olmuş.

NEDEN İNSANLAR ÜSKÜDAR’A GÖMÜLMEYİ İSTİYORLAR?
Hatta Avrupa tarafında yaşayan İstanbullular bile büyük kısmı diyelim çoğu diyelim veya gönül ehli olanlar diyelim, vefat ettiklerinde Üsküdar’a gömülmeyi vasiyet etmişler ki. Ben harem toprağında Resulullah’a yakın bir yerde olayım. Gidemesem bile hiç olmazsa burada kalayım. O yüzden Üsküdar’da oluşan Karacaahmet mezarlığı, belki Türkiye’de. Türkiye’nin kesin de belki de dünyanın en büyük mezarlığıdır. 800 bin metrekarelik mezarlık. Güzel. Şu anda 750 bine düşmüş durumda. Bu coğrafyada işte, bu Üsküdar coğrafyasında yüzlerce de eser meydana getirilmiş. Tarih eserleri. Bizim konumuz buydu. 8 ay çalıştık. 8 ay arazide dolaştık sokak sokak. Tek tek inceledik. 68 tane tarihi cami gezdik. 12 tane külliye.

O külliyenin içerisinde de büyük camiler var. 80 tane tarihi büyük cami var. Hepsi de çeşitli mahallelerde. Hepsi Osmanlı eseri. Yani bizim konumuz olan Osmanlı eseri. Cumhuriyete kadar getirdik.

F: Benim özel merakım var. Ben Avrupa yakasında araştırdım da Üsküdar yakasını bilmiyorum. Kiliseden dönme camiler var. Avrupa yakasında 82 tane benim gezdiğim. Acaba hiç böyle Üsküdar yakasında sizin bulduğunuz araştırdığınız var mı?

A: Yok. Kiliseden camiye. Çevrilmiş yok hiç yok. Ama kilise var. Tabii ki kilise var. Ama kiliseden çevirme cami yok. Çünkü Bizans’tan kalma öyle büyük kilise ve fetihten dolayı fetih hatırası olarak çevrilen bir eser yok. Bir de dediğimiz gibi 1352’den beri Osmanlı Türk toprağı. Dolayısıyla o şekilde büyük bir eser yok Bizanslı’dan kalma birkaç ayazma falan var. Yani su deposu, su kuyuları falan var. Bunun dışında Bizanslı’dan kalma eser yok. Bu araştırma sırasında baktık ona.

F: Camiler dediniz, külliyeler dediniz ve herhalde sözü tekkelere getirelim mi? Tekke var mı? Tekke var.

58 TEKKEDTEN 16’SI AYAKTA
A: 58 tane tekkenin kaydı geçiyor. Bugün 16 tanesi ayakta. Bina olarak. Kullanılan cami olarak kullanılıyor. Nasuhi Mehmet Paşa külliyesi, tekke camisi var. Aziz Muhammed Hüdayi külliyesi var. Bunlar faaldir. Hala vakfı da devam ediyor. Her ikisinin de vakfı da devam ediyor. Aşevleri açık. Aşevleri açık. Camileri açık. Öğrenci yetiştirmeleri açık. Diğerlerinin bir kısmı değişik kültür dernekleri vakıfları tarafından kullanılıyor. Kur’an hizmetlerinde kullanılıyor. İşte Amediye külliyesi var mesela. Orası açık. O şekilde kullanılıyor. 15-16 tanesi ayakta. Bina olarak ayakta. Çeşitli amaçlarla kullanılıyor tekkelerin. 114 tane kayıtlarda olan bildiğimiz çeşme var. Bunların biz kitapta işte 40-50 tanesini alabildik. Bu çeşmeler de yine çeşitli devirlerden kalma. Ayrı defa teferruatlı konular. Medreseler var. Aşevleri var ki çok önemli. Aşevleri önemli bir yer tutuyor. Üsküdar’da.

F: Bu şekilde yani Osmanlı O zaman ikinci bir İstanbul diyebilir miyiz? Yani İstanbul deyince sevgili dinleyicilerimiz Avrupa yakası biliyorlar ama hayır bakın çeşmeler, külliyeler, camiler değil mi?

Üsküdar’da bir Avrupa yakası kadar tarihi eseri sahip. Camilerden başlayalım. Bu 80 küsur camide sizin çok dikkatini çeken, ilginç hikayesi olan, sırları olan bir cami var mı? Mesela benim aklıma ilk gelen Üryanizade Camii var ki bu dünyada iki camiden bir tanesi diyebiliriz. Kayıkhanesi olan ve bize anlatılan bilgiye göre 40 günde yapılan bir cami. Üryanizade Ahşap ve minaresi de Ahşap. Bunun gibi ilginç hocam var mı? İlginç camilerden sevgili dinleyicilerimize gidip de sahada gördüğünüz, bu sırrı bilmiyorduk dediğiniz. Yaptıran şu amaçla yaptırmış dediğimiz.

ÜRYANİZADE YAŞANMIŞ BİR HİKAYE
A: Üryanizade deyince ilginç bir şey yaşadım ben orada. Buyurun. Acaba anlatmak şey olur mu bilmem ama biraz da özel bir şey. Ama anlatayım. Buyurun. Güzel bir şey. İstifade etsin. Üryanizade’den bahsedince. Üryanizade Camii kilisli. Şeyhülislam bir efendi tarafından yapılmış. Kilislidir kendisi. Şeyhülislam’dır. Kendisi yaptırmış. Sonra oğlu tamir ettirmiş. Devam ettirmiş. Üst tarafta da köşkleri, koruları falan var. Hemen sahilde. Kuzguncuk sahilinde. Fakir oraya sık sık gelirim. Bir gün böyle çok sıkıntılı bir zamanımda camide oturmuştum. Tefekkürle falan böyle kendi kendimle meşgulken içimden şöyle bir geçti. Dedim ki ya şu caminin ne kadar güzel bir yer. Şu caminin yanında da güzel bir lojman var.

Bu lojmanla da imam efendi var. Şurada imamlık etmek. Şurada denizin, sahiline ne kadar güzel bir şey olsa gerek. Gıpta ettim ya. Ne kadar güzel hayatlar var falan diye düşünüyordum. İçimden geçirdim. Camiden çıkınca orada oraları bekleyen bir kızcağız vardı. Yani çok zayıf, özürlü bir kızcağız vardı. Hiç şey yokken ben giderken önüme dikildi. Abi dedi biz 30 senedir burada oturuyoruz. Bu lojmanda oturuyoruz dedi. Ben imamın kızıyım dedi. Şaşkınlıkla ben de baktım. Babam dedi 30 senedir anneme bakıyor dedi. Annem yatalak dedi. Ben de dedi bak bu haldeyim dedi. Hiçbir şey demedi başka. Gitti. İşte mesajı aldık. Hayata bakış açımız nasıl olacak? Hiçbir şey demedi. Bir zaman gıpta ediyoruz. Madalyonun arka yazını bilmiyoruz. Yani aman ya Rabbi dedim. Ya Rabbi affet. Elhamdülillah. Amenna Saddakna. Sonra o imam efendi ya ondan biraz sonra veya bir ertesi gün nasıl olursa o aynı şeyle. Tanıştık. Zaten tanışıyorduk. Hiç şey yokken dedi ki ya hocam dedi ya hanım vefat etti dedi. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. İşte biz buradayız şeyiz falan dedi. İşte biraz sıkıntılıyım dedi. Anlattı anlattı bir şeyler. Dertleşti. Gene bir şok daha yaşadım. Yani evet. Konumuz. Şükrettim. Çok şükür halimize.


DÜNYACA DA TANINAN KUŞKONMAZ CAMİ

F: Yani her eserin sevgili dinleyiciler İstanbul’da görüyorsunuz farklı manalar izlenimleri var. Ben hemen oradan Üryanizade’den alacağım. Geçen hafta benim ilk defa gitti farklı oldum. Bizzat yaşadığım bir olayı ben de o zaman size paylaşayım. Kuşkonmaz Camii’ne gittim. Adını tabii şimdi söyleyeceksin. Niye Kuşkonmaz diyoruz değil mi? Camimizin ismi. Şemsi Paşa. Üşüdüm. Rüzgardan duramadım. Neden hocam?

A: Bu da bir akıntı olduğu söyleniyor. Boğaz’ın kenarında olduğu için bir akım olduğu söyleniyor. Akıntıdan dolayı kuşların üzerinden geçmediği halk arasında bir rivayet bu. O yüzden Kuşkonmaz Camii demişler. Ama esasen Mimar Sinan’ın Üsküdar’daki inci gibi bir yapısı. Boyut olarak çok küçük ama o kadar da güzel bir eseri. Ona adeta işte Boğaz’da gerdanlık diyorlar. Sinan’ın eseri. Ahmet Şemsi Paşa. Ahmet Şemsi Paşa’nın Üsküdar’da yapmış olduğu külliye aslında. Medresesi var. Yanında türbesi var. Kütüphanesi var. Kütüphanesi var. Ve diğer birimleri var. Haziresi var caminin güney tarafında. Şemsi Paşa da bu dediğim 12 büyük külliyeden birisi Üsküdar’da.

F: Kitabınızı okudum sevgili hocam. Orada diyorsunuz ki diğer camilerde olmayan kitap okurken keşfettim. Şemsi Paşa Camii’nde başka camilerde olmayan su boşaltım. Yani drenaj kuyusu denen sistemi kurmuş mimar Sinan. Nasıl yani? Dalga kabardığı zaman, dalga caminin avlusuna geliyor. Gelen su hemen boşaltılıyor. Bakın öyle bir sistem kurmuş. Yani deniz kenarına kurdu. Dalga olacak. Gemiler geçiyor. Şimdi dalgalar var. Caminin içine girmiyor. Avludan geri tahliye ediliyor efendim. Böyle de bir mimari özelliği var Şemsi Paşa’nın. Ya da kuş konmaz caminin diyoruz efendim. Evet kuş konmaz. Çünkü rüzgarda ben bile duramadım. Kuşlar zaten duramaz.

A: Onun şunu da o konuyu şey yapalım. Belki başka camiye geçeceğiz de. İbrahim Hakkı Konyalı var. İyi tarihçi de evet. Bu bayraklarda araştırmacı tarihçi. Kırklı yıllarda 36-38 tam tarihi hatırlayamadım. Oranın perişan halini anlatıyor. Çok perişan bir haldeymiş. Yıkılmak üzere harabe bir halde. İşte depo olarak, samanlık olarak kullanılıyor vesaire filan. İşte gazetelerde yazı yazmış falan filan. Daha sonra tamir edilerek kurtarılmış.

Allah razı olsun. O perişan halinin fotoğrafları filan var, şeyleri var. Son anda kurtarılmış. Yoksa elimizden çıkıyordur şu an. Burada da onları mübareklere rahmetle anıyoruz. Allah rahmet etsin. Bütün eserler aşağı yukarı. Yani şu anda bizim kitapta konu ettiğimiz 250-300 tane eser var. Alamadığımız da bir o kadar var. Yani bir ilçe diyelim. Bu kadar eserin yoğunluğu. Ancak yani ne diyelim harikulade bir şey. Fekalade bir özellik olarak şey yapıyoruz. Sebebi de bütün Osmanlı Türk topraklarının sanki özeti gibi, her şeyiyle. Maneviyatıyla, yapılarıyla, eserleriyle filan. Şimdi şuraya geleceğim. Bu eserleri, külliyeler ve diğer eserleri Şems-i Paşa dahil, bugüne ulaşmasını sağlayanlar, ilk yaptıranlar kadar önemli hayır hizmetinde bulunarak bugüne taşınmasını sağlayan güzel insanlardır. Allah razı olsun onlardan. Yani eserleri biz anlatırken onu özellikle dikkat çektim. Yaptıranlar, devamını sağlayanlar, mütevellil olup onu idare edenler, temizliğine kadar oraları hizmet edip bize taşıyan insanların hepsi de hayır sahibidir. Hepsi de Allah katında inşallah mahbul olmuştur hayırları. Yani mübarekler eseri yaptırıyorlar. Diyelim ki Atik Valide Külliyesi 1583’te tamamlanmış. Üsküdar’da. Üsküdar’da az yukarı yüksek bir tepesinde yapılmış. Ve o kadar büyük mal varlığı bağışlamış ki devam etsin diye. Yani zaten o binanın, o külliyelerin yapılması sanki bir devlet bütçesi gerektirecek kadar büyük bir bütçe gerektiriyor. Ama onun yüzyıllarca devamı içinde belki onun on katı, yirmi katı bir akar gelir getirecek mal varlığı bağışlamışlar. Bunun listesini inceliyorsunuz, hayret ediyorsunuz.

ADALARIN GELİRİ CAMİYE

Mesela o Atik Valide’nin vakfiyesinde yazan mal listesinde adalar bile var. Ege’deki adaların ismi bile geçmiyor. O adanın bütün mal varlığını, gelirlerini bağışlıyorlar. Mesela Tabaklar diye bir mahalle var Üsküdar’da. Tabaklar Mahallesi. Debbağlar. Deri işleyen bir dere varmış orada. Derenin kenarında deri dükkanları varmış. Derihaneler varmış. Oraya şey yaptırmışlar, böyle bir çarşı yaptırmışlar. O debbağhanelerin tamamının gelirlerini Atik Valide’ye bağışlamışlar.

F: Peki ne olmuş şimdi abi? O zaman güzel, iyi anlatıyorsun da. Hadi nerede bu gelirler?

A: O gelirlerle yüzlerce senedir Atik Valide yaşamış. Sonra kesilince de? 1927’ye kadar orası açık. Vakfiyle açık, şu anda da açık zaten. Ama 27’ye kadar ilk haliyle açık. 27 dediğim de şu, son misafirleri olan akıl hastaları 1927’de Darüşşifası’ndaki son akıl hastaları burada misafir edilmiş. Akıl hastaları nakledilince boşaltılıyor. Ondan sonra bir müddet tütün deposu olarak kullanılmış, müddet cezaevi olarak kullanılmış, paşa kapısı cezaevi olarak kullanılmış. Şimdi de bir üniversiteye verilmiş durumda bir bölümü. Camisi her zaman açık, medrese camisi her zaman açık. Külliyeleri, camileri, çeşmeleri yaptıranlar, onların devamını sağlayanlar, zaman zaman tamir edenler, bugünümüze taşıyanlar da aynı şekilde hayır sahipleridir. Tabii. Yani sorunun sır konusu bence en mühim bir şu. Benim fark ettiğim bu eserlere dolaşırken komple bu insanların tamamı bir sır. Yapılışının kendisi bir sır. Yani bu kadar şeyi bu insanlar nasıl gönül birliğiyle bugüne taşıdılar. Arada bir zincirin birisi kopsa eser diye bir şey kalmayacak. Belki o mahallelerde, kopan mahallelerde eserler de vardı, onu da hiç bilmiyoruz. Kaybolanları da hiç bilmiyoruz. Dolayısıyla bence bu işin sırrı, O gönlünü ortaya koyup, malının mülkünü daha dünyadayken sadaka-i cariye bırakma sevdasıyla, gönlüyle, imanıyla bu eserleri yaptıran, devamı için mal bağışlayan ve devam ettirmeyi görev bilip de o gönle sahip yüzyıllarca peşinden gelen insanların onu devam ettirmeleri, günümüze taşımaları.

F: Peki ben hemen sırlar dedik, devam ediyoruz. Valide camimiz var, İskender’de iki tane cami karşılıklı. Mihriman Sultan var. İki minareli. Bir de Edirnekapı’daki Mihriman Sultan var. Neden iki tane Mihriman Sultan var? Bunun hikayesini dinlesek bilgimiz. Birçok efsane diyelim, anlatılır ama

A: En bilinen, en gerçek olanı. Gerçekçi olan, bizim bildiğimiz belge kısmı şu. Mirman Sultan, kanununun kızı. Çok kudretli bir sultan o zaman için. Sarayda da kudretli, işte Osmanlı ülkesinde hatırı sayılan bir şey, gücü var. Ve çok ciddi mal varlığı var. Vezir-i Azam Rüstem Paşa’nın da eşi. Dolayısıyla bunlar zaten şunu hissediyor insan, bu eserleri hep incelediğin zaman. Birazcık mal varlığı olan, bu sultanlar tabii daha büyük ama hemen hayır eseri bırakmak için gayrete girmişler. Ahirete yatırım yapıyor yani. Dünyaya değil, ahirete. Çok ilginç. İşte Kaptanı Derya, Vezir-i Azam, filan paşa, filan bey, falanca konağı olan adam, konağının köşesine falan. Azıcık mal varlığı olan. Herkes bir şey yaptırmak için yarışmış adeta. Mihrimah Sultanlar gibi sultanlar da bunların başında geliyor. Bir edep vardır Osmanlı’da malumunuz. Sultan camileri iki minareli olur. Paşaların, vezirlerin, ondan sonra gelen devlet erkanının eserlerinde asla iki minare yapmazlar. Edeben yapmazlar, saygı olarak yapmazlar. Mesela karşısında Şems-i Paşa Külliyesi var, biraz ileride tek minareli. Diğerlerinin tamamı tek minareli. Ama hemen karşısında Gülniş Valide Sultan’ın eseri var. Hatta dört minarelidir o. Mihrimah Sultan’ın iki minarelidir. Usül bu, iki minareli olma bu. Ancak Mimar Sinan gibi bir deha ve Mihrimah Sultan gibi bir sultan, hayır sahibi sultan bir araya gelince tabii ki bir Edirnekapı’da güneşin battığı noktaların en güzel olduğu yer. İşte bir de Üsküdar’da tam onun karşısında minareler birbirini görecek şekilde olduğu yerde iki eser yapmak böylesine muhteşem. Ay ve güneş, mihri mah, ay ve güneş bir araya gelince tabii ki bu iki muhteşem eser bir araya geliyor. Bir şey daha öğrendim ben orada. Mihrimah Sultan’ın yukarıda Sultan Tepe’de sarayı varmış. Bilmiyordum onu. Onu ben de bilmiyordum. Kaynakları da karşıma çıktı, şaşırdım da.

Meğer mübareğin yukarıda tam Sultan Tepe, Hacı Hesna Hatun camisi var yukarıda. O civarda sarayı varmış. Sultan Tepe’nin olduğu yer şimdiki. Sultan Tepe’nin olduğu yer olduğu gibi aşağıya kadar. Yani Mihrimah Sultan caminin olduğu alan sarayın alanı. Bahçesinin devamı. Bugün merdivenle çıkıyoruz bir kısmını. Oralar sarayının aşağısı. Oraya yaptırmış kademeli topografik şartlarına göre oluşturmuşlar. Mimar Sinan’ın dehasıyla oraya oturtmuşlar. Müthiş bir şey. O caminin başka bir sırrı ve çok önemli bir sırrı. Sadece dediğimiz gibi taşını, duvarını vesairesini incelerken. Arka plana baktığınız zaman çok ilginç bir şey çıkıyor. O da şu bana göre. Tam da sultana yakışır bir düşünce ve yer.

Mihrimah Sultan’ın eseri adeta Anadolu’nun kapısında ve ziyaretçisinin hayırın en çok olduğu yerde olmalıydı sanki. Hayırın kapısı. Yani öylesine seçilmiş ki. Çok güzel. Beşiktaş’tan kervanlar İpek yolunun başlangıcı bu. Avrupa’dan Asya İpek yolunun geçiş noktası. Beşiktaş’a gelen İpek yolu kervanlar, develer, hayvanlar vesaireler sallarla, gemilerle geçiyor. Üsküdar’a iniyorlar. Üsküdar’da konaklıyorlar. Doğru. Bütün seyyahlar aynı şekilde giden gelen. Mutlaka Mihrimah Sultan’a uğruyor. Bütün yolcular giden gelen. Bütün tüccarlar giden gelen. İlk durdukları yer Üsküdar iskelesi. Üsküdar iskelesine iner inmez Mihrimah Sultan’ın çeşmesiyle, aş eviyle, kervan sarayıyla karşılaşıyorlar. Kervan sarayında bütün hayvanları ve insanları misafir ediliyor. Üç gün. Sorgusuz, sualsiz, hesapsız, kitapsız misafir ediliyor. Yanında aş evi var. Aş evinde binden fazla külliyede çalışan insan var sadece. Binden fazla sadece. O çalışan insanların yediği gibi. Tabii dışarıdan. Ama sadece oradan gelip giden insanlar da yiyorlar. Yemek yiyorlar. Her gün sıcak yemek dağıtılıyor. Hayvanlarına yem dağıtılıyor. Ne kadar güzel. Caminin altında üç tane yayılan çeşme vardır. Doğru evet. Üç çeşme hayvanlar içindir. Yani önünde oranın tam onun önünde kervan saray vardı. Samanlıklar. Şimdiki otobüs durağının olduğu yer. Otobüs durağının olduğu yer kervan saray.

F: Abdullah Kılıç bey’leyiz. Üsküdar’ı konuşuyoruz ve Mihrimah Sultan’ın sırlarını yakaladık. Bakın ben de öğreniyorum sizler gibi. Demek ki otobüs durağının olduğu yerde kervan sarayı varmış. Çeşmelerde hayvanların su içmesi için. Ne kadar güzel.

A: O çeşmelerin bir tanesi çok sonradan yüz yıl sonra ilave edilmiştir. Kervan sarayı o kısımda. Az ileride üçüncü Ahmet Çeşmesi var. O çeşmeyle o çeşmeyle bu çeşme arasındaki otobüslerin olduğu yerler depolar. Depo var. Kervan sarayının devamında da aş evi var. O binanın devamında eski fotoğraflar var. Orada nasıl olmuş biliyor musunuz? Bir kaymakam efendi kendi başına dozeri dayamış yıkmış. Bunların burada ne işi var yıkıntılar falan diye. Bunu tespit etmişler. İşte o zaman sanat tarihçileri canı yananlar yazmış çizmişler. Feveran etmişler. Kurtaramamışlar. O şekilde yıkılmış. Şimdi külliyenin mihrimah külliyesi. Külliyenin önünde medresesi şu anda şifa evi olarak kullanılıyor. Onun da önündeki alanda büyük bir aş evi var. Orası imarethane veya aş evi. Hepsi külliyenin.

F: Peki o zaman bakın mihrimah sultanı bitiremedik. Mihrimah sultan bu kadar geniş. Madem öyle hemen karşısında da Valide Sultan Camii, Gülnüş Sultan Camii var değil mi? Onun özelliği nedir? Onun farkı nedir?

A: Bunu şöyle bağlayalım. Hemen geçeyim. Dediğim gibi seçilen nokta. Çok önemli. Büyük bir hayır merkezi ki. Üsküdar ve Girişi. Yani diyelim falanca yerdeki bir külliyede en az 10 kat daha büyük hizmet görüyor. Bu işte sultan dehası ve sultan azmi veya sultanın isteği. Mihrimah sultanın özellikle seçtiği nokta. Tabii ki Mimar Sinan’a görev verdiği zaman Mimar Sinan topografik araştırmalarını yaparak bulduğu birlikte seçtikleri bir nokta. O bakımdan sıradan bir külliye değil mihrimah külliyesi. Ve bu yüzyıllardan beri böyle devam ediyor. Yani sadece 1547’de başlıyor bu iş hizmete. 1547’de başlıyor 1900 lü yıllara kadar bu hizmeti de hizmeti de devam ediyor. Sırrı ve hikmeti de bana göre tam Anadolu’ya adım atılan başlangıç kapsının önünde yapılması. Ve hizmetinin çok büyük olması. Elhamdülillah doğru. Çok büyük hizmet etmiş. Yani anlatılan şeylere görseniz şaşırırsınız. Ne kadar insanlar oradan hizmet görmüş. İstifade etmişler. Medrese talebeleri, yanı medrese. Yüzlerce medrese talebeleri her gün orada istifade ediyor. Sıbyan Mektebi var arka tarafında. Çocuk kitabı olarak kullanılıyor. Hamam ama yıkılmış. Hamamı şimdi çarşı yaptılar az yanında. Çarşı gibi bir yer var. Yani bunlar büyük eserler. Büyük şeyler. Eserin külliyenin kendisi sır. Yapılışı, devamı, bugüne taşınması ve hala onu yürüten insanlarıyla birlikte.

F: Peki bütün bunlar olmasına rağmen aradan işte 100 yıl 200 yıl geçiyor. Valide Sultan, Gülmüş Valide Sultan yapılıyor.

A: Tabii ihtiyaç var. Bir de şöyle. Şimdi biz Mihrimah Sultan Külliyesi ile Yeni Camii arasını şu anda çok yakın görüyoruz. Ama eskiden mahalle vardı. Orada. Tabii yolu açıldığı için çok haklısınız. Bat Pazarı diye bir çarşı vardı orada. Bit Pazarı derlerdi. Bir pazar çarşı varmıştı orada. Tam önünde. Şimdi orada turizm şirketlerinin olduğu sokağı. Onun önünde zaten imaret var. Şimdi. İmaret var. İmaretin arkası yanı oralar olduğu gibi çarşı ve cadde ve sokak. Eski fotoğraflarda da görülür. Rum Mehmet Paşa’nın vakfından gelme. Oradaki o çarşı Bat Pazarı çarşısı. Oradan gelme. Daha sonra Fatih döneminde kalma çarşı var orada. Yeni Çarşı diyorlar. Bir şey diyorlar. Bat Pazarı diyorlar. Sipahiler Çarşısı diyorlar. Birçok isimlerle. Orası koca bir mahalle. Ve insan sirkülasyonu var. Çarşı var. Çok fazla tabii. Yollar var. Ne diyorduk bir de. İskelenin başlangıcı. İkisinin arasından ana yol geçiyor. Yani iskeleden inen insan mihrimaha karşılaşıyor.

Mihrimahada hizmetini alıyor ve yoluna devam ediyor. O yoldan yukarıya doğru. Şimdiki Hakimiyeti Milliyet Caddesi’nden vurduğunuz zaman yukarıya doğru tırmanırsanız o yol sizi dümdüz Bağdat yoluna götürür. O yolun adı Bağdat yoludur. Bugünkü Bağdat Caddesi’nin adının sebebi de budur. O yolun Bağdat yolunun yani doğuya açılan yolun başlangıcı olmasındandır. Hakimiyeti Milliye Caddesi’nden kervanlar yukarıya doğru çıkıyorlar. O yolun hemen şimdiki Ahmediye Meydanı, orası meydan değil orası bir caminin vakıf arazisidir aslında. Aslında öyle. Oradan devam edersiniz az ileride Ahmediye Külliyesi var. Tam yolun üzerindedir. O kervan yolunun üzerindedir. Ahmediye Külliyesi. Oradan devam edersiniz Karacaahmet’e çıkar o yol. O arada on iki tane sebil var. On iki tane sebil. Yani gelen oradaki hacılar da geçiyor, tüccarlar da geçiyor. Sürekli. Otoban gibi o zaman otoban işte. En ana yolu. Anadolu’ya Hindistan’a gidecekseniz oradan geçeceksiniz. Öyle bir yol. Dolayısıyla ecdat orada ki hayır düşkünlüğü hayır hastası adamlar bunlar. Sadece o arada on iki tane sebil var. Sebil ne? Oraya küçük bir bina yapıyorlar. Küçük bir çeşme gibi bir şey yapıyorlar. Önüne de maşrapaları koyuyorlar. Soğuk su ikram ediyorlar. Gelen geçerinden soğuk su içiyor. Sebil dediğimiz bu. Çeşme ayrıca yapılıyor. Dolayısıyla şimdi yeni cami külliyesi de bu mihrimah külliyesinin tam karşısında ve yolun bir tarafında mihrimah külliyesi bir tarafında da Valide Camii. Valide Camii 1711 tarihinde bitiyor. 3-4 sene sürüyor. Ki biz şimdi biliyorsunuz bir tamire girsek 5 sene sürüyor. Sıfırdan yapmışlar. Ve camiyi kapatıyoruz. 3-4 yılda sıfırdan yapmışlar. Doğru. Şimdi şununla tamamlayayım. Belki bu da bir sır olabilir. Yeni caminin temelinden çıkan hafriyatla mihrimah caminin sahilde sıfır olan denizin önü dolduruluyor. O doldurulan alana da Sultan 3. Ahmet Çeşmesi yaptırılıyor.

F: Şu anki çeşme. Ve bakın neler ben de bilmediğim görüyorsunuz. İlim hep devam ediyor. Öğreniyoruz. Bugünkü 3. Ahmet Çeşmesi’nin olduğu yer Üsküdar’da doldurulmuş. Ama nasıl dolduruluyor? Dedi ki Abdullah abimiz valide caminin temelinden çıkan o topraklarla doldurulmuş. O kadar. Yani oraya kadar deniz geliyormuş.

A: Evet deniz geliyormuş. Mihrimah Sultan’ın camisine Kanun Sultan Süleyman açılışa geldiğinde kayıkla şimdiki kapısına kadar yanaşmış. Orada bir taşa ayak basmış. O taşla caminin açılışını ziyaretine gelmiş. O taş hala şu anda caminin arka tarafında hazirede duruyor. Binek taşı olarak. Binek taşı olarak. Binek taşı olarak büyük bir blok taş. Dikdörtgen taş. İşte o alan oraya kadar deniz imiş. Yeni caminin çıkan hafriyatından o ön taraf doldurulmuş. İyice düzenlenmiş ve oraya da Gülnüş Valide Sultanı yeni camiyi yaptıran Sultan’ın oğlu Sultan 3. Ahmet tarafından çeşme yaptırılmış.

F: Sevgili dinleyiciler İstanbul’un sırlarında Abdullah Kılıç’ı konuk ettik. Kendisine çok teşekkür ederiz efendim. Ayağına da sağlık.