Beylerbeyi Sarayı’nın bilinmeyenleri

(İstanbul’un Sırları: 445)


F: Sevgili dinleyiciler, İstanbul’un sırlarında Doçent Dr. Alparslan Hamdi Kuzucuğlu hocamız misafirimiz. Kendisiyle bugün, benim hep önümden geçerken, hüzünlendiğim, anlatırken böyle biraz hislendiğim bir sarayı Beylerbeyi Sarayını konuşacağız. Niye hüzünleniyorum Beylerbeyi Sarayı’nı anlatırken? Çünkü Abdülhamit Han orada vefat etti. Allah rahmet etsin ama orası çok soğuk bir saraydır. Sobası yoktur, kışlık bir saray değildir, yazlık bir saraydır. İşte Abdülhamit Han bugün deniz tarafından giderken arka tarafta, kuzey tarafta, ortadaki odada soğuktan vefat etti. Isınamadan o mangallarla öyle bir yerde kaldı. İstanbul “Beylerbeyi Sarayı’nda Risk Analizleri ve Koruyucu Tedbir Önerileri” adlı tezi var sevgili hocamın.

F: Sevgili hocam hoş geldiniz. Merhaba.

H: Merhabalar. Saygıdeğer bizi dinleyen kıymetli dinleyicilerimize de merhaba diyorum.

F: Sağ olun hocam. Sevgili hocam neden Beylerbeyi Sarayı? Dolmabahçe değil de Çırağan değil de Beylerbeyi Sarayı?

H: Bunun aslında tarihçesi oldukça eskiye dayanıyor. Hatta Bizans dönemlerine dayanıyor. Burada daha önce bir İstavroz Bahçesi adıyla da anılan tarihi yapılar var. Daha sonra Osmanlı burada ahşap bir saray yaptırıyor. Ve bu ahşap yapılar oldukça yangınlara karşı çok kırılgan bir hassasiyet arz ediyor. Bunlar tabi yanmış. Bunun yerine de şu andaki mevcut Beylerbeyi Sarayı’mız taş yapı olarak bizlere kadar ulaşmış. Burası hep önemli kişilerin bulunduğu bir mekan. Osmanlı padişahları da buraya çok ilgi göstermiş. Yani bir mesire alanı olarak görülmüş buraları. Yazlık saraylar köşkler yapılmış. O zamanlar ulaşım çok zor ancak deniz yoluyla yapılabiliyor. Karayoluyla çok zor. Bu nedenle kayıklarla oralara gidilebilen ve oralarda yazlık olarak vakit geçirilen yerler. Yine padişahların özellikle misafirlerini ağırladıkları çeşitli merasimlerin olduğu, haremlik selamlık bölümlerinin olduğu mekanlar. Bunun için adı Beylerbeyi, yani hep asilzadeler oralarda bulunduğu için.

F: İstavros Bahçeleri imiş orası. Bugün Bizans Beylerbeyi Sarayı’ndan çıkarken bahçeleri görüyorsun. Sarayında bahçeleri var bir kısmında. Bambu ağaçları var.

H: Bambu ağaçları çok önemli bir nokta gerçekten. Ben Japonya’da da bulundum. Bu bambu bahçelerini ancak hani Japonya’da Kyoto gibi böyle tarihi mekanlarda tapınak bahçelerinde görebiliyorsunuz. Fakat Beylerbeyi Sarayı’nda iki bambu bahçesi var. Ve bunlar oldukça güzel. Kendinizi Japonya’da hissedebilirsiniz. Bunlar özellikle bambunun da özelliğinden kaynaklanıyor, bambu suyu çok seviyor. Özellikle yerlerini bilinçli olarak seçmişler. Yani toprak ve özellikle toprak yapısı olarak jeolojik açıdan çok yumuşak olan zeminlere ve su çekebilecek zeminlere bunları yerleştirerek adeta suyun olumsuz etkilerini de önlemişler. Sarayı mümkün olduğu kadar sağlam bir zemine oturtmuşlar. Ve ilk set bahçesinde yani sarayın oturduğu kottaki bahçede bir bahçemiz var. Bambu bahçemiz, hemen bir üstünde de birinci set bahçesinde de yine ayrı bir bambu bahçesi var.

F: Burası istavroz bahçesiydi. Peki hocam Abdülhamid Han malum marangozluğu seviyordu. Abdülhamid Han bunları kullanmış mı?

H: Yani özellikle kendisi marangoz mesleğine maruf olduğu için, kendisinin şu anda halen yaptığı ahşap malzemeler mesela masalar, sandalyeler özellikle yemek odalarında bunlar sergileniyor. Ve gerçekten çok çok kıymetli eserler. Bambudan yapılmış eserler de sehpalar da gördüm. Ancak tabii kendisini yapıp yapmadım bilmiyorum. Ama kendi eliyle yaptığı sandalyeler özellikle muhteşem yani sanat eseri özellikle sedef kakmalarla yapılmış, gerçekten her biri bir sanat şaheseri. Ben de ne zaman ziyaret etsem onları gördüğümde Tabii Ulu Hakan, Abdülhamid Han’ı hatırlarım. Ben de sizin de dediğiniz gibi hüzünlenirim. Ama tabii onların aynen bugünümüze kadar korunarak gelmesi büyük bir şans tabii ki. Koruyanlardan da Allah razı olsun diyoruz.

F: Hocam yavaş yavaş Beylerbeyi Sarayının içine girelim. Japonya’ya giderken mesela ayaklarınıza galoş veriyorlardı değil mi? Sevgili dinleyicilerimize isterseniz bunları da anlatalım, ama galoş nedir demesinler. Yine içerisi gezilirken gruplar halinde geziliyor.

H: Kesinlikle, girişlerde bizleri çeşitli heykeller karşılıyor. Bunlar bronz ve mermer heykeller ve çok kıymetli heykeltıraşlar tarafından yapılmış. Bunlar da günümüze ulaşmış aynı şekliyle. Genelde aslan ve hayvan figürleri mevcut. Tabi biliyorsunuz, devlet erkanı erkekler kısmı selamlık denen bölümden giriyor. Yine onun da deniz kenarında selamlık kapısı var. Aynı zamanda hemen selamlık kapısının yanında bir deniz köşkü var. Yine erkeklerin kullandığı özellikle padişah ve erkek hanedanı kullandığı deniz köşkü var.

Bunlar tipik olarak aslında bir çadır formunda yapılmış, Türk İslam mimarisini de yansıtan özellikler. Burada çeşitli batılı yazarların, ediplerin, edibelerin buralardaki gözlemleri var. Ve zaman zaman mesela burada padişahın oturduğu bu deniz köşklerinde ve gelen geçenleri selamladığı, selamlaştığı da rivayet ediliyor. Bunların içi tabii çeşitli deniz figürleriyle bezenmiş. Özellikle erkeklerin bulunduğu deniz köşkünde deniz figürleri var, özellikle çatı kısımlarında. Fakat kadınların olduğu yerlerde çiçek desenleriyle bezeli. Aynı şekilde harem kapısından girişte de yine bir deniz köşkü ve yine harem kapısı var.

Ayrı kapılardan kadınlar ve erkekler saraya giriyor. Girdiğimizde Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı koruma memurları ve rehberler var. Onlar sizi karşılıyor. Ben de doktora yaparken mutlaka yanımıza bir koruma memuru veriliyordu, bunlara gözleri gibi bakıyorlar. Çok kıymetli eserler olduğu için Beylerbeyi Sarayı bir müze saray konumunda. Aynı Dolmabahçe Sarayı gibi. Şu anda ziyarete açık. Bunun için de üst düzey bir koruma sergiliyorlar. İlk girişte mutlaka galoş giymeniz isteniyor. Çünkü buralara dışarıdan, dış ortamdan getirdiğimiz, toz olabilir, çamur olabilir. Bunun yazı var, kışı var. Yani dört mevsimde de koşullar değişebiliyor. Yağmurlu bir havada düşünün yani ıslak ayakkabılarımızla içeri iç ortama girdiğimizde iç ortamda hasırlar var.

ÇOK NADİR HALILAR VAR 

Çok çok nadide hasırlar var. Çok çok nadide halılar var. Bunlara ıslak olarak basıldığında bunlar da saray ortamına olumsuz derecede etki edecek. Diğer yandan, bahsettiğiniz gibi tozlu bir ortam olduğu zaman da bunlar hem mikroorganizmaların gelişmesini sağlıyor. Hem de yangın riskine sebep oluyor. Allah korusun olası bir yangında bunlar patlayarak yanarak ve çok hızlı bir şekilde yayılıyor. Yangının yayılmasına ve bütün yerleri sirayet etmesine neden oluyor. Onun için toz gerçekten çok büyük bir riskli bir durum. Bunun önlenmesi için, en başta tabii galoşlarımızı giyiyoruz ve ziyaretçiler bir rehber eşliğinde belirli periyotlarla alınıyor. Hala bu gelenek devam ediyor.

F: Hocam bir de Beylerbeyi Sarayı içerideki eşyalara baktığımız zaman mesela bir vazo aynısından karşıda simetri bir avize var. Öbür tarafı da simetrik. Simetri olarak yapılmış bir saray diyebilir miyiz? Sarayı diğer saraylardan ayıran özelliği nedir? Yani neden bir Dolmabahçe Sarayı değil, bir Çırağan değil, bir Topkapı değil?

ISITMA SİSTEMİ OLMAYAN SARAY

H: Mümkün olduğunca tabii simetrik unsurlar yer almış. En başlıca özelliği mimarının Sarkis Balyan ailesi olması. Gerek Dolmabahçe gerek Beylerbeyi Çırağan Sarayı gibi sarayları yapıyorlar. Bunlar tabii her sarayda değişik hususiyetlere dikkat etmişler mimari yapı olarak. Burada ilk gözümüze çarpan sizin de en başta belirttiğimiz gibi bir yazlık saray. Bunun maalesef bir ısıtma sistemi yok. Zaten II. Abdülhamid Han da buyurduğunuz üzere bu saraya sürgün olarak 20 Ekim 1912 yılında gönderiliyor ve maalesef altı yıl sonra yani 10 Şubat 1918 yılında vefat ediyor. Ve tabii ki burada dediğiniz gibi iklim koşulları yani iç konfor koşulları dediğimiz koşullar uygun olmadığı için kendisi de zaten zatürreden vefat ediyor.  Sarayın oda yükseklikleri çok fazla. Yani 8 metreye 7,5-8 metreye varan yükseklikleri var. Tabii böyle bir hacimli yüksek hacimli mekanları ısıtmak da kolay değil. O zamanlar sobalar kullanılmış ve mangallar dediğiniz gibi kullanılmış. Fakat çok devasa bir yapı. Burada girişten itibaren çift merdivenlerle yukarıya çıkılıyor. Ve sarayın büyük kısmı yani üçte ikilik kısmı sarayın karşılaması ve devlet protokolü, devlet erkanının işleri için hazırlanmış. Üçte birlik kısmı da harem dairelerini oluşturmaktadır. İçerideki yapıyla dış mimari çok çok farklı. Dışarıdan özellikle bir grokaromen çeşitli etkiler özellikle batı etkileri Görülürken iç ortamda ise tamamen bir Elhamra sarayındaki izler görülüyor. Özellikle sütun başlıklarında, iç süslemelerde ve mesela bizim Safranbolu evlerinde görebileceğimiz tarzda mesela konakları mutlaka izleyicilerimiz görmüştür. Orası da Safranbolu’da dünya mirası şehri UNESCO tarafından ilan edilmiş. Orada konakların içinde küçük havuzlar vardır. Sarayın içinde de çok güzel bir havuzlu salon görüyoruz. Burada tipik Türk evlerini yani bu cumbalı evleri hatırlatır. Bunların tipik bir iç ortamda örneklerini mimari olarak görebiliyoruz.

F: Yani Beylerbeyi sarayının dışı batı tarzı etkisindeyken içerisi Türk gelenek ve görüntülerine göre yapılmış.

H: Her iki şeyde medeniyeti de aslında bir konu. Kucaklama gibi. Yani ikisinin sentezini biz burada görüyoruz.

F: Hocam, Beylerbeyi saray’ının çok bilinmeyen, bilinmesi gereken başka özelliği var mı? İlginç bir şeyle karşılaştınız mı?

H: Gerçekten her köşesi birbirinden ilginç diyebilirim. Japonların bir özelliği var, mesela bir yerlere gittikleri zaman dersiniz Allah Allah yani bir basit bir vazo hakkında bile neden bu kadar uzun konuşuyorlar? Veya neden bu kadar uzun fotoğraf çekiyorlar? Hayret edersiniz, değil mi? Ama gerçekten Beylerbeyi saray’ında da hızlı bir şekilde gezildiği zaman 20-25 dakikayı veya en fazla yarım saatte gezebiliyorsunuz. Ama aslında her bir odasının başında böyle yarım saat durulması gereken böyle uzun uzun tefekkür yapılması gereken, mobilyasından süslemelerine kadar her biri ayrı ayrı özelliği olan, gerek Organik inorganik objeleri gerekse sarayın mimarisi yani sizi gerçekten yüzyıllar öncesine götürüyor. Burada mesela fiziki olarak benim ilgimi çeken burada yerde hasırlar var.

F: Sarayda hasır ne alaka diyelim.
HASIRLAR MÜTEVAZİLİK SİMGESİ 

H: Evet, çok enteresan bir özelliği var bu hasırların. Aslında her ne kadar saray ortamında yaşasalar da aslında mütevazi bir hayat sürmüşler. Yani mesela bize çok şaşalı geliyor, mesela duvarlarda mermer kaplı gibi zannediyoruz. Veya çok nadide taşlarla kaplı görüyoruz ama aslında bunlar stüko dediğimiz bir malzemeyle kaplı. Bunlar gerçek mermer değil, mermer süsü verilmiş bir sıva aslında. Bunlara kireç konulduğu için içinde kireç bulunduğu için bu zaman içinde sertleşiyor. Ve aynı mermer dizaynında bunu yapıyorlar ustaları onların. Hala şu anda da ustalar var o konuda çalışan. Bir yeri döküldüğü zaman onu aynı şekilde restorasyonunu yapabiliyorlar. Bu stüko çok enteresan, hem şaşalı bir görüntü arz ediyor ancak çok pahalı olmayan bir malzeme.

F: O zaman bugüne kadar biz hep yanlış mı öğrendik? Osmanlı çarçur etmiş beylerbeyi saray yaptırmış lüks saray ya da Dolmabahçe. Fakat tam tersi ne kadar mütevazi bir saray. Versay sarayını gezdim, Bakingam Palas’ı gezdim ve Avusturya’daki sarayı gördüm. Baktığım zaman en mütevazi saray bizim saraylar. Yani hiç abartıldığı gibi okullarda ilkokullarda öğretirler işte saray. Hayır mütevazi bir saray.

H: Tabii bu tekstiller Hereke dokuma fabrikasında yapılıyor. Tamamen milli olarak ama burada şaşalı gösteren nedir? Burada Fransız avizeler var. Tabii çok nadide. Ama devlet ihtişamını göstermesi lazım. Çünkü burada imparatorlar imparatoriçeler geliyor. Mesela bir Fransa imparatoriçesi Ojeni geliyor, çarlar geliyor, İran’dan şahlar falan. Mesela bir cumhuriyet döneminde bile eski cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel, burada Ürdün Kralı’nı ağırlıyor. Burada devlet de kendi gücünü göstermesi açısından ihtişamını göstermesi açısından böyle bu nadide aksesuarları kullanmış.

Fransa gibi ülkelerden getirilmiş. Ancak hasırlar çok enteresan. Tunus, Cezayir gibi Mısır gibi yerlerden getiriliyor. Ve bunların çok enteresan bir özelliği var. Yazlık bir saray olduğu için nemli bir ortam, rutubetli, denizin yanında. Zaten bodrum katından da su alabiliyor, nem alabiliyor. Tabii bu etkileri ısınmıyor da aynı zamanda. Bunların higroskopik dediğimiz bir özellikleri var. Bunlar ortamdaki nemi çekebiliyor bünyesine hasırlar. Ve tabii sıcak olduğu zaman yazında bünyesindeki nemi ortama vererek ortamın çok kuru kalmamasını sağlıyor. Yani ortamı dengeleyici bir özellikleri var. Buna çok önem vermişler. Her yeri hasırla kaplamışlar. Sarayın eskiden hemen tamamına yakını hasırla kaplıymış. Sadece insanların geçeceği yerlerde yolluklar, halılar konulmuş. Ama büyük bölümü hasırla kaplı. Bir de çok enteresan gelecek, bazı gizli bölmeli mobilyalar var. İkinci Abdülhamit Hanımız bunları özel olarak dizayn ettiriyor. Ve gizli belgeleri bu mobilya aksamının içine yerleştiriyor.


YAPAN USTANIN FOTOĞRAFI VAR

Burada katiplerin, yaverlerin bulunduğu odalar var. Çeşitli yazışmaların yapıldığı odalar var. Bekleme odaları var. Yani pek çok saray erkanına hizmet edecek personelin de bulunduğu mekanlar var. Burada özellikle devletin işleriyle ilgili yerlerin yürütüldüğü yerlerde gizli bölmeli dediğim gibi dolaplar var. Bir de burada yapılan mobilya aksamının bazılarının altında yapan ustanın fotoğraflarını koymuşlar. Mesela çok nadide bir ahşap masa var. Burada onu yapan ustanın fotoğrafı yer alıyor, yani onun altında. Beylerbeyi sarayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bağlı. Milli Saraylar Daire Başkanlığı sağ olsun onların izniyle bunları bu çalışmaları yaptık. Yani bodrumundan çatısına kadar her yeri yani adım adım biliyorum. Yani oraların ne amaçla kullanılabilir? Hangi fonksiyonlarda kullanıldığını? Eskiyle şu andaki günümüzü de karşılaştırabiliyoruz yani fonksiyonu.

F: Hemen bir şey aklıma geldi hocam. İngiliz işgali döneminde burası nasıl oldu? Kullanıldı mı? İşgallerle ilgili bir bilginiz var mı?

SARAY HASTANE OLUYOR

H: Bu saray yapıldıktan sonra 2. Abdülhamit’in hanın 33 yıllık hükümdarlık süresince saray pek kullanılmıyor. Ancak saraya mensup kişiler tarafından ziyaret ve gezi amaçlı kullanılıyor. Bir de 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi’nde yaralanan savaş gazileriyle, 1887’de İstanbul’da çok büyük yangınlar çıkıyor, ahşap evlerin yangınları nedeniyle, buradaki afet zedeler saraya geçici olarak yerleştiriyor.

F: Allah Allah sarayda kalıyorlar.

H: Evet sarayda kalıyorlar. Yani gerçekten bu da çok çok önemli. Hani kültürel miras eserlerinin çok amaçlı olarak. Yani sadece saray olarak hizmet etmiyor. Bakın afet zedelere bile ev sahipliği yapmış. Hastane olarak kullanılmış. Ve aynı zamanda afet zedelerin geçici barınma alanı olarak buralar kullanılmış. Tabi yine bu saydığım süreç yani olaylar 2. Abdülhamit hanın dönemine rastlıyor. Demek ki Abdülhamit han böyle bir tasarrufta bulunmuş ve insanlara bu saray ortamlarını açmış. Mümkün olduğu kadar zarar verilmemeye çalışılmış. Yani İngiliz işgaline dair elimde hani bir bilgi belge yok. Fakat bütün Cumhuriyet dönemlerinde de güzel bir şekilde bu saray konmuş.

SARAY CUMHURİYET DÖNEMİNDE DE KULLANILIYOR

F: Cumhuriyet döneminde misafirhane mi oldu? Kullanıldı mı? Müze olarak mı devamlı?

H: Evet, pek kullanılmıyor. Cumhuriyet döneminde de yalnız Atatürk 1936 yılında Balkan Folklör Festivali yapıyor. Hatta Atatürk’ün böyle folklör yaparken bu havuzlu salonda havuzun içinde çeşitli fotoğrafları var. Evet 1936 yılında ve tabi 96 yılında mesela 1996’da Habitat 2. Konferans serilerinin kapanış gecesi buranın bahçesinde yapılıyor ve Türkiye Büyük Millet Meclisi mesela 2010 yılında aldığı bir kararla yönetmelikte bazı düzenlemeler yaparak Beylerbeyi Sarayı’nda yalnızca uluslararası prestij sağlayan etkinliklere meclis başkanlığının onayıyla tahsisi gerektiği noktasında bir karar çıkartıyor.

Yani bu tip alanlar sadece hani devletimizi temsil noktasında çok çok önemli olaylar. Şu anda mesela set bahçeleri üstünde nadide yani Osmanlı’nın muhteşem o Fransa’daki saraylarda görebileceğimiz set bahçeleri var kat kat teraslar. Buralar şu anda Cumhurbaşkanlığımıza tahsis edildi. Buralar ziyarete kapatıldı. Oralarda da hemen programımızı bitirmeden söyleyeyim. Sarıköşk, Mermerköşk ve Atlıköşk olmak üzere, Atlıköşk yani atların bulunduğu ahır köşkün bulunduğu mekanlar var.

SARAYIN ARAZİSİNDEN KÖPRÜ GEÇİRİLİYOR

 Sadece üç mekan var. Burası Boğaz köprüsü şu andaki 15 Temmuz Şehitler Köprüsü inşa edilirken önemli bir kısmı maalesef istimlak oluyor. Ve bu alan üzerinden Beylerbeyi Sarayı’nın geniş arazisi üzerinden tabi köprü geçiriliyor. Köprü ayakları şu anda Beylerbeyi’nin arazisinde bulunuyor. Çok farklı mesela mızıka daireleri, hayvanat bahçesi gibi mini hayvanat bahçesi gibi böyle Osmanlı’nın pek çok binaları bulunuyormuş. Fakat bunlar günümüze ulaşamadı.

SARAYIN ALTINDAN GEÇEN TÜNEL

F: Peki hocam bir tünel açıldı. O tünel hakkında bilginiz var mı? Beylerbeyi Sarayı’ndan altından öbür yola gidiyor. Bir zamanlar açılmıştı ama tekrar kapandı. Şimdi yine açıldı. O tünel hakkında bilgimiz nedir? Halkımız kullanabiliyor mu onu?

H: O tünel vakti zatında İETT orayı ulaşım yolu olarak kullanmış. Fakat uzunca bir süredir tahmin ediyorum bu 80’li yıllardan beri ziyarete kapalıydı. Orayı bir sanat galerisi olarak her iki tarafı da kapalı olmak üzere sanat galerisi olarak kullanıyorlar.

F: Mülk ya da toprak Beylerbeyi Sarayı’nın altından değil mi?

H: Tabi Beylerbeyi Sarayı’nın mülkiyetinde. Son zamanlarda tekrar açılma gibi bir durum. Basından öğrendiğim kadarıyla çok sık olmamakla beraber ara sıra kullanılacağına dair bir bilgi okudum. Ancak bunun yani açılması, açıkçası hani sarayın titreşim olarak etkilenmesini açısından risk. Çünkü hemen üstündeki toprak parçası yığma tepelerden oluşuyor set bahçeleri. Gerek egzoz dumanlarından gerekse titreşim etkilerinden korunması için ulaşıma kapatılması en doğru karar olacaktır.

F: Doğru. İstanbul’un sırlarında bugün konuğumuz Doçent Doktor Alparslan Hamdi Kuzucuoğlu’ydu. Kendisiyle Beylerbeyi Sarayı üzerine konuştuk. Özellikle araştırması İstanbul Beylerbeyi Sarayı’nda Risk Analizleri ve Koruyucu Tedbir Önerileri kitabı var.