Ah Üsküdar ne sırlar barındırıyorsun içinde…

(İstanbul’un Sırları: 451)
F: İstanbul’un sırlarından hepinize sevgiler, saygılar. Bu hafta bir konuğum var. İstanbul sever, tarihçi Ömer Faruk Deliktaş kardeşimiz. Üsküdar’ın bilinmeyenlerini konuştuk:

  • Kuzgüncuk’ta Kilise ile cami niye yan yana
  • Üsküdar’da yangın havuzu var mı?
  • Valide Camiinde hangi Hadis-i şerif yazıyor duvarda ve neden önemli?
  • Aziz Mahmud Hüdayi hz neden Aziz ismi verildi ve neden Niyazi Mısrı ile Lİmniye sürüldü.
  • Üsküdar’ın en eski sıbyan mektebi nerede?  ve bilinmeyen başka diğer sırlarla ilgili detaylar için lütfen devamını okuyun.

Ö: Hoş bulduk, şeref bulduk. Allah razı olsun.

 

F: Şimdi sevgili Ömer’le Üsküdar’ı konuşacağız. Ömer hem tarihçidir aynı zamanda, eğitimine devam ediyor inşallah. Niye Mihriman Sultan? Neden Valide Camii? Neden işte kasırlar var? Şemsipaşa Camii? Kız Kulesi? Mihriman Sultan’dan başlayalım mı? Üsküdar’da bizi Mihrimah Sultan karşılıyor.

 

ÜSKÜDAR’IN EN ESKİ SÜBYAN MEKTEBİ NERDE?

Ö: Evet, Mihriman Sultan Külliyesi sahile yapılmış çok güzel bir külliye gerçekten. Mimar Sinan’ın ilk eserlerinden. Genelde böyle karanlık olmasıyla biraz eleştirilir. Ama bünyesinde çok güzel bir külliye aslında medresesiyle, kervansarayla, eskiden var olan ama şimdi de bir market olan hamamıyla. Onu da vurgulamak gerekir. Orada ışıklardan sonra hemen bulunan market aslında Mihrimah Sultan Külliyesi’nin hamamının içerisine kurulmuş bir markettir. Sübyan Mektebi hakeza öyle. Üsküdar’ın en eski Sıbyan Mektebi’dir. Şu an çocuk kütüphanesi olarak kullanılıyor. Evet, o çok güzel bir vasıfla kullanılıyor. Mihrimah Sultan Külliyesi’nin içerisindeki bence en enteresan yapılardan birisi de arkada iki tane türbe vardır. Hemen medreseyle cami arasındaki alanda. O türbelerden birisi çok bilinmez İbrahim Ethem Paşa’ya aittir.

 

OSMAN HAMDİ BEYİN BABASI MİHRİMAH SULTAN KÜLLİYESİNDE

İbrahim Ethem Paşa, Koca Hüsrev Paşa vesilesiyle Sakız’dan getirilmiş. Yetiştirilmiş, Paris’te eğitim görmüş ve Osmanlı’nın ilk maden mühendisi olarak İstanbul’a tekrardan avdet etmiş. İbrahim Ethem Paşa kimdir? Herkesin bilebileceği şekliyle söylemek gerekirse Osman Hamdi Bey’in babasıdır. Büyük ressam Osman Hamdi Bey’in, kaplumbağa terbiyecisinin ressamı olan Osman Hamdi’nin babası orada metfun. Diğer iki tane oğlu da orada metfun. Osman Hamdi’nin mezarı Gebze Eski Hisar’dadır. Onda çok güzel bir mezar taşı vardır. Eski bir Selçuklu mezar taşını getirip Osman Hamdi’nin baş ve ayak uçlarına dikilmiştir. O da enteresandır. Eski bir mezar taşına sahiptir Osman Hamdi Bey. Güzel bir mezar taşı. Çok güzel bir köşkü de vardır orada. Hatta o köşküde bilhassa gitmelerini tavsiye ederim dinleyicilerimize. Gebze Eski hisarda. Hemen feribota girmeden sol taraftaki yoldan kıvrılarak sahile giden bir yolda. Onun kapı üzerindeki çiçek desenlerini bilhassa Osman Hamdi Bey çizmiştir. Belki de en az tablolara kadar değerlidir o kapı üzerindeki çiçek resimleri.

F: Şimdi biz Üsküdar’dan başladık. Bizi götürdün Gebze’ye.

Ö: Üsküdar öyle bir yer ki yani Üsküdar’la bütün dünyanın bağlantısı kurulabilir. O kadar içerisinde metfun olan Mihrimah Sultan Camii’nin haziresinde Orta Asya’dan gelen dervişlerden de metfun olanlar vardır. Başlayalım evet.

F: Sevgili Ömer’cim hemen Mihrimahas Sultan’a çıkıyoruz. Yukarıya doğru çıkıyoruz. Evet. Yukarıda giriş de bizi ne karşılıyor?

Ö: Sultan Tepesi’nde Özbekler Tekkesi var. Özbekler Tekkesi de milli mücadele zamanında çok önemli görevler üstlenmiş bir tekke. Oranın Şeyhi İbrahim Ethem, yine birçok mucitliklerde bulunmuş diyeyim. Hezarfan lakabıyla da biliniyor. Necmeddin Efendi’nin de hocasıdır. Necmeddin Okyay. Tamam. Ebru eğitimlerini falan ondan almıştır. İsmet İnönü’nün Halide Edip Adıvar’ın Anadolu’ya geçmesinde ve diğer büyük paşaların Anadolu’ya geçmesinde çok önemli bir karargâhtır Özbekler Tekkesi.

F: Hatta orada bir İstanbul’a milli mücadele destek veren Buhara Cumhurbaşkanı vardı.

Ö: Evet. Osman Kocaoğlu galiba. Evet.

F: Kendisinin Türkiye’ye, o dönemde kendisi 1 milyon altın ama bunun ne kadarı bize geldi Rusya’ya da yine geldi. 10 bini sadece elimizde geldi. Evet. Bunu anlatmıştım. Sevgili Ömerciğim tekrar Mihrimah Sultan Camii’ne dönersek İstanbul’da iki tane Mihrimah Sultan Camii var. Evet. Biri Edirnekapı’da biri burada. Özellikleri nelerdir? Arasındaki fark ya da benzerlikler. İkisi de Mihrimahas Sultan’ın tamam mı?

Ö: Evet. İkisi de Mimar Sinan’ın. Birisi Mimar Sinan’ın ilk eserlerinden, diğeri de kısmen son eserlerinden diyebiliriz. Mimari olarak çok farklılar. Üsküdar’daki biraz daha böyle karanlık bir yapıya sahipken Edirnekapı’daki tam tersi. Evliya Çelebi’nin söylediğine göre 999 pencereye sahip büyük bir aydınlığa sahip bir camidir. Tabii birçok işte güneş batarken birinden ay batıyormuş gibi rivayetler de var.

MİMAR SİNANIN EN GÜZEL İKİ ESERİ

F: Burada ben hemen şu yanlışı lütfen bana soruyorlar gezilerde. Sevgili Ömer’e de soruyorlardı. Lütfen soruyu sormayın veya soranlara deyin ki hayır yok efendim haşa Ömer Mimar Sinan aşıkmış da ona göre yapılmış da Mihrimah Sultan. Böyle bir şey mümkün değil. Böyle bir tasavvuf terbiyesini almış birisi için.

Ö: Kesinlikle Osmanlı hanedanı içerisinde herhangi bir kadın sultanı bir mimarın görmesi mümkün değil. Yani Mihrimah Sultan, sultan tepesindeki sarayında hasta vaziyette iken doktor çağrılıyor bir gayrimüslim doktor. Rüstem Paşa da orada. Doktorun hatıraları var. İçeri girdiğinde tamamen üzeri örtülü bir kişi. Kadın mı erkek mi olduğunu bilmiyor. Zaten anlaşılmıyor. Sadece bileği dışarıda. O da doktorlar bileğine bakarak hastalığı anlıyorlarmış o şekilde. Sadece bileğini görmüş Mihrimah Sultan’ın. Böyle bir vaziyette bir mimar başının Mihrimah Sultan’ı görmesi, aşık olması gibi bir şey söz konusu dahi olamaz.

F: Efendim şeye geçelim şimdi sevgili Ömerciğim. Konuştuk çok mesele vardı. Çok mesele var ama güzel dokunuyorsunuz. Bakın bizim amacımız dokunmak. Her şeyi detaylı anlatmak değil. Sevgili Ömer’i daha sonra inşallah hem gezdirir sizi sevgili dinleyiciler. Kendi ağzından dinleyin inşallah Ömer kardeşimizi. Hem de konuk ederiz. Bir de minare konusuna geleceğim. Üsküdar’daki çift minare. Mihrimah Sultan, Edirnekapı tek minare. Derler ki kocası Rüstem Paşa vefat ettiği için tek minare. Yani eşiyle olan, o sevgiden, muhabbetten dolayı dünyadaki eş. Sevgi önemli ve Edirnekapı’daki en son tepe, en büyük tepesi.

Ö: En büyük tepe de en yüksek tepesi. Bir de iki külliyenin özellikleri aslında birisi İstanbul’a Anadolu yakasından girişin başlangıcındadır. Kervansaray’la, Hamamı’yla her şeyle büyük bir külliyedir. Diğeri ise Rumeli’den İstanbul’a girişin başlangıcındadır. Yani İstanbul’a girenleri iki taraftan da karşılayan bir külliye. Mihrimah Sultan külliyeleri.

F: Zaten adı üzerinde, kara gümrük diyoruz. İstanbul’un karayı açılan tek kapısında. Öbür tarafı. Valide Camii’ne geçelim. Hemen Üsküdar’da.

Ö: Yeni Valide Camii benim aşık olduğum camilerden birisidir. Zaten Üsküdar her zaman anlatmaktan büyük heyecan duyduğum, mutluluk duyduğum, sanki benim böyle mahremimmiş gibi hissettiğim bir şehir. Yeni Valide Camii de içerisinde birçok özellikleri bulunduran bir külliye. En başta Rabia Gülşem Emetullah Sultan. Allah razı olsun. Ve onun yaptığı. Yeni Valide Camii’yi yaptıran kişi olarak Üçüncü Ahmet. İkisi de tarihimizde çok önemli şahsiyetlerdir. Gülnuş Emetullah Sultan Osmanlı tarihinde, Osmanlı kadın tarihinde diyelim, en fazla gezen, en fazla dışarıya çıkan hanım sultandır, valide sultandır.

CAMİDE YER ALAN ÖNEMLİ BİR HADİS-İ ŞERİF

Çünkü eşi Dördüncü Mehmet. Avcı Mehmet olarak bilinen Dördüncü Mehmet. Edirne, Bulgaristan taraflarına gidiyorlar ve her seyahatinde yanında götürüyor. Avlara gittiğinde yanında götürüyor. Başka herhangi bir hanım sultanının, valide sultanının böyle bir gezmesi görülmemiştir. Mesela diyelim, padişahın kızı bir vezir-i azamla evlendiriliyor. Vezir-i azam Mısır’a vali olarak gönderiliyor. Ondan sonra o sultanın saraydan çıkması gibi bir şey söz konusu değildir aslında. Mısır’a gitmesi zaten mümkün değildir. Bunlar içerisinde Gülnuş Emetullah Sultan çok özel bir yerde. O da Girit’ten getirilen cariyelerden birisi. Ahmet, yani kendi oğlu o camiyi kendisi için yaptırtıyor. Yeni Valide Camii’nde en sevdiğim, en ince özellik de şudur ki, 3. Ahmet annesi için o koca külliyeyi yaptırmakla kalmamış. Bir de oturup devrin en büyük hattatlarından, Cennet anaların ayakları altındadır hadis-i şerifini, hat levhası, çok güzel bir hat levhası şeklinde yazarak camiye girdiğinizde minberin sağ üst tarafında bu hat levhasını görebilirsiniz. Yani annesi için cami yaptırtıyor. Bir de oturup Cennet anaların ayakları altındadır hadis-i şerifini yazıyor.

F: Sevgili Ömerciğim aklıma geldi. Bu tarihi adada başka var mı böyle örnek gördük mü? Annesi için böyle cami yaptıran Gülnüş Emetullah Sultan. Yani tamam Valide Sultanlar yaptırıyor ama oğlu annesi için böyle bir şey yaptırıyor. Diğer hanımlar kendileri yaptırırlar.

Ö: Evet, 1. Abdülhamit de Rabia Hanım için Beylerbeyi’nde bir cami yaptırtıyor annesi için. Güzel ama burası çok daha büyük külliye halinde. Evet, tabii. Külliye halinde.

F: Gülnüş Emes Sultan’ın içerisine girdiğimiz zaman başka özellikler var mı?

Ö: İçeride yine Abdülmecid zannediyorum ya Sultan Abdülmecid’e ya da Sultan II. Mahmud’a ait bir hat levhası daha var. Diğer hat levhası da 3. Ahmet’e ait. Zaten sağ üst tarafta 3 tane yan yana hat levhaları vardır. Onlar 2 ayrı padişaha aittir diyelim. Hat müzesi gibi o zaman cami. Ve karşı taraflarında da tek bir hat levhası vardır. O da Sami Efendi’nindir. Sami Efendi de çok büyük bir hattat. Zaten 20. yüzyılda bizim isimlerine saydığımız hattatların hepsinin piridir, hocasıdır. Evi de bu arada yine Üsküdar’dadır, Çengelköy’de. Büyük otoparkın hemen yanındaki ahşap, yıkılmaya yüz tutan ev Sami Efendi’nin evidir. Buradan da eğer dinleyen yetkililere seslenmek gerekirse o evin bir an evvel alınıp hat müzesi veya Sami Efendi müzesi şeklinde getirilmesi şarttır.

KUŞLAR DA UNUTULMAMIŞ

F: Güzel, güzel. Bunu tekrarlayalım. Evet, sevgili Ömercimiz dediği gibi bu evin inşallah Üsküdar Belediyesi olur, Kültür Bakanlığı olur alarak bir müziği haline getirmesi ne kadar güzel olur. Kesinlikle. Devam ediyoruz oradan. Valide Sultan Camii’ni gördük, Mihriman Sultan’ı gördük. Şemsipaşa’ya geçelim mi?

Ö: Evet. Aslında Yeni Valide ile alakalı çok güzel iki tane kuş sarayı, kuş köşkü vardır. Benim gezilerimde hep anlattığım şekliyle daha doğrusu, literatüre kazandırmak için belki de bu kadar çok her yerde vurguluyorum. Kuş Camisi. Yeni Valide Camii’nin etrafında, küçük küçük kuş evleri boldur. Bazıları görünür, bazıları görünmez. İki tane de minareleriyle, şerefeleriyle, bütün kubbeleriyle, camiye ait bütün özelliklere sahip iki tane kuş camiyi vardır. Onlar çok güzeldir. Muhakkak onları ziyaretçilerimiz görsünler. Ayrıca bir yangın havuzu vardır. Biliyorsunuz İstanbul’un yangınları meşhurdur. O yangın havuzu da Üsküdar’daki en büyük yangın havuzlarıdır.

O yangın havuzu da Üsküdar’daki en büyük yangın havuzu. Avrupa yakasındaki Fatih Camii’ndeki yangın havuzu. Avrupa yakasındaki Fatih Camii’ndeki yangın havuzu. İki Cuma Mahmud’un yapılmış olduğu burada. Şemsipaşa da mimarsının en küçük külliyesi. En şirin külliyelerinden bir tanesi. Onun haziresinde ilginç bir mezar taşı var. 1980’lerde Peter Hans Laker İstanbul’a gelip Osmanlı mezarlıklarını çalışıyor. Ki o zamana kadar mezarlıklar bu kadar detaylı bir şekilde değil. Ki o zamana kadar mezarlıklar bu kadar detaylı bir şekilde değil. Hüvel Baki isimli kitabı yazıyor. Bir yabancı yazar. O yazarın belirttiğine göre o kitabı okumak nasip oldu. İfadesi şu şekilde diyor ki kadın mezar taşlarında hiçbir zaman başlık olmaz. Bunun tek istisnası Şemsipaşa Camii’nin haziresinde bulunan bir kadın mezar taşıdır diyor. O mezar taşına gidip buldum. Gerçekten de bir kadına ait bir mezarda başlık var. Soruşturduğumda o mezar taşının başlığının yere düşmüş bir başlık olduğunu ve sonrasında oraya takıldığını, hatta bir hocamla da paylaştım bunu. O da tanıdığı bir hocanın onu çıkartıp başka yere koyduğunu ama sonrasında gelip baktığında tekrardan alıp oraya koyduklarını görmüş. Hans Laker’ın da kitabında böyle bir detay vardı.

F: Allah razı olsun güzel. Şemsipaşa’nın hikayesi nedir? Kuşkonmaz diyoruz. Demek Sokullu’yla olan bir hikayesi var onun. Arzu edersen senden deneyelim.

Ö: Estağfurullah. Sokulu Mehmet Paşa ile birlikte otururlar. Sokulu Mehmet Paşa ile birlikte otururlarken Şemsipaşa da bir laf atıyor ona. Yaptırmış olduğun cami kuşların pislemesiyle meşhur olmuş diye. Sokulu Mehmet Paşa da cevap olarak yeryüzünde kuşların konmayacağı pislemeyeceği bir yer mi var ki diye cevap veriyor. Şemsipaşa da ben öyle bir yer yaptırırım diyerek Mimar Sinan’ın yanında soluğu alıyor. Mimar Sinan’la görüşmelerinde arz edince Mimar Sinan da hesabını kitabını yaparak Üsküdar’ın boğazdaki iki rüzgarın kesişim noktasına yani iki rivayet vardır bu konuda. Rüzgarların kesişim noktası olduğu çok estiği için konmadığı, diğer rivayette ve bana kısmen daha mantıklı gelen de diyebilirim. Denizden vapurla geçerken dikkat etsinler dinleyicilerimiz. Şemsipaşa külliyesinin altına doğru iki tane veya üç tane kanal vardır. Su kanalları. O sular denizin suları oraya çarptığında bütün külliyede bir titreşim hasıl oluyor. O titreşimle birlikte kuşların oraya konamadığı da rivayettir.

F: Doğru. İlk kaynaklarda söylüyor zaten. Orası Mimar ilk defa kullandığı. Dejener suyun boşaltılması da orada yapılıyor. Denizden gelen su tekrar geldiği gibi çıkıyor. Orada gidiyor. Bir de kırk günde yapılan cami var anlatırız hani geziyor. Üryan-ı Zade cami var. Üryan-ı Zade. Şimdi güzel oldu. Boyandı, yücelenmiş oldu, açıldı.

 

40 GÜNDE YAPILAN CAMİ

Ö: Orayla ilgili meşhur bir yazım da söz konusu. Buyurun. Üryan-ı Zade cami Abdülhamid’in Şeyhül islamlılardan Üryan-ı Zade Ahmet Esad Efendi tarafından yaptırılmış, Kabri Eyüp Sultan da Sokullu Mehmet Paşa’nın türbesinin tam karşısındadır. Karşılıklıdır türbeleri. Kırk günde yaptırtıyor, ceviz ağacından yaptırtıyor o camiyi. Ve Boğaz’ın bugüne kadar ulaşabilmiş tek yalı cami olarak ben vasfediyorum. Çünkü kayıkhanesiyle denize sıfır konumuyla hala duruyordu geçtiğimiz günlere kadar. Ama en son restorasyonda o cami kayıkhanesi kapatılarak mescit haline getirilmiş ve denize sıfır konumu önüne işte böyle bir balkon tarzı bir yer eklenerek maalesef denize sıfır konumundan da uzaklaştırılarak yalı cami özelliğini kaybettirilmiştir.

F: Halbuki dünyanın ikinci camisiydi o yani Mısır’da var. Kahire’de biliyorum ben. Nil nehrinin kenarında.

Ö: Doğrudur hocam. Bu birincisiydi. İkincisi de bizdeydi. Minaresi ilginçtir. Köşk minare dediğimiz bir minareye sahip. Yani 40 günde yaptırılan cami 4 yılda restore edilememiş maalesef. Keşke orijinal özelliklerle günümüze gelebilseydi diyelim.

ZEYNEP -KAMİL HASTANESİNİ UNUTMAYALIM

F: Üsküdar diyoruz gezdik. Şemsipaşa geldik. Bir de rahmetle analım Zeynep Kamil’imiz var. Onlarla bahsedelim mi? Yukarı çıkalım. Hatıralarında neler var Zeynep Kamil ile ilgili?

Ö: Zeynep Hanım Yusuf Kamil Paşa’yı tanıyor. Zeynep Hanım Yusuf Kamil Paşa’yı tanıyor. İkisi evli. O yüzden Zeynep Kamil birlikte aslında arada bir tire olması lazım. Zeynep tire Kamil Paşalar. Ve orada doğan Çocuklara da kız çocuklarına Zeynep erkek çocuklarına Kamil isimleri ağırlıklı olarak verildiği bir araştırma okumuştum. Kendisinin yaptırmış olduğu veya oturmuş ikamet etmiş olduğu konak, bugün İstanbul Üniversitesi Fen Edeyibat Fakültesi binasıdır. Ama İsmet Ünlü zamanında bir yangına maruz kalıyor. Sonrasında tekrardan yaptırılıyor. Türbeleri de o hastanenin bahçesindedir. Zeynep Kamil Hastanesi’nde. Şu anda restorasyon dayanılmıyorsam.

F: İnşallah açılır tekrar. İnşallah. Allah nasip etsin, kolaylaştırsın. Bir de tekkelerimiz var. Evet. En başında işte Hüdayi Hazretleri Tekkesi var. Başka var mı?

Ö: Evet, Aziz Mahmud Hüdayi aslında ondan bahsedelim sırayla. Çok fazla bahsedilmeyen, bilinmeyen bir hususiyet var. Aziz vasfını biz hiç oturup düşünmüyoruz. Yani bir Müslümana normalde aziz vasfı sadece Hristiyanların kullanmış olduğu bir sıfattır. Neden Mahmud Hüdayi Efendi’ye Aziz vasfı takıldı? Bu enteresandır. Güzel de bir anekdot diyeyim. Sultan 1. Ahmet, Mahmud Hüdayi Hazretleri İstanbul’a geldiğinde ilk olarak Çamlıca’ya, küçük Çamlıca’ya şu an bulunduğumuz yere yerleşiyor. Çok büyük bir etkisi var insanların üzerinde. Ve Sultan da bunu fark edince onu yanına alıyor ve Üsküdar’da bir tekke kurulmasını istiyor. Sebebi ise Üsküdar’da o zamana kadar yani 1600’lü yıllara kadar Hristiyan nüfus ağırlıklı. Ağırlıklı olarak gayrimüslim nüfusu yaşıyor. Ve Üsküdar’ı Müslümanlaştırmak gerek aslında. Mahmud Hüdayi Efendi Üsküdar’a tekkesi yapılırken de o da parantez içinde belirtmek gerekirse o süreçte tamamen Rum Mehmet Paşa Camii’nin tab hanesinde kalıyor. Yani içerisinde iki oda vardır sağ ve sol tarafta olmak üzere. Sağ taraftaki odada kalıyor Aziz Mahmud Hüdayi. Hatta hanımı ile ilk çocukları da orada dünyaya geliyor. O da çok güzel bir ayrıntıdır. Yine aynı oda sonraki yıllarda Karabaşı Veli’ye de misafirlik yapıyor. Dört yıl boyunca orada kalmış. Çok önemli bir mutasavvıf. Yetiştirmiş olduğu birçok halifesi var. Hatta Valide Atik Külliyesi’nin tekke kısmı onun ismiyle anılır, Karabaşı Tekkesi olarak anılır. Orada dört yıl kaldıktan sonra Limni’ye sürülüyor. Limni’de de Niyazi Mısri Hazretleri ile aynı tarihlerde bulunuyorlar. Benim hep merak ettiğim bir husustur. Yani iki büyük Veli, Osmanlı tarafından sürülmüş iki büyük Veli. Hüdayi Hazretleri Limni’ye sürülüyor. Karabaşı Veli ve Niyazi Mısri arasında ne tür diyaloglar geçti, ne tür konuşmalar geçti. Benim en çok merak ettiğim şeyler. O parantezleri kapattıktan sonra Üsküdar’da gayrimüslimler Hüdayi Efendi’yi çok seviyorlar. Ve ona sevdikleri kişiye atfettikleri vasfı ad ediyorlar ve Aziz diyorlar. Aziz Mahmud, Aziz Mahmud o şekilde günümüze kadar geliyor Aziz Mahmud, Hüdayi vasfı.

F: Onların dediklerini biz kabul ediyoruz. Biz senpeder dediğimiz onlara Aziz diyorlar.

Ö: Hatta bir hatıratta okumuştum. 1940’lı yıllara kadar Kuzguncuk’ta bulunan Yahudiler, Rumlar o yıllara kadar Üsküdar’a belli günlerde Hüdayi Hazretleri’ni ziyarete gelirlermiş. Azizimiz bu bizim diye. Yani dinlerine sahipler Hristiyan ve Yahudi olmaya, yaşamaya devam ediyorlar ama Hüdayi Efendi’ye büyük bir hürmet gösteriyorlar. İşte 1600’lü yıllardan beri gelen büyük bir hürmet bu. Ne kadar güzel. Bu küçük bir ayrıntıydı. Bundan bahsetmiş olalım. Rum Mehmet Paşa Camii, Hakeza iki büyük veliye ev sahipliği yapmış bir cami. Haziresi de çok mühimdir. Haziresinde Üsküdar’da başka bir yerde olmayan Fatih Devri Mezar Taşları var. Rum Mehmet Paşa Camii tarafında haziresinde. Valide Camii. Şems-i Paşa Camii’nin hemen yukarısında. Zaten denizden bakıldığında çok rahatlıkla görülebilen bir cami. Tepede iki cami. Haziresinde Fatih Devri Mezar Taşları vardır. Rum Mehmet Paşa da Bizans’ın bir dönmesi olarak Fatih’in yanında yer almıştır.

F: Üsküdar’ın en eski camisi diyelim mi?

Ö: Evet. Üsküdar’ın bugüne ulaşmış, orijinal özelliklere ulaşmış en eski camisi. Rum Mehmet Paşa Camii. 1471 yılında yaptırılmış. Onun hamamı da en eski hamamdır, Üsküdar’ın en eski hamamı. Şifa hamamı. Duruyor. Hacı Hüsrev Camii’nin hemen arkasında. Nevşehir’le İbrahim Paşa Çeşmesi’nin hemen yanında. O mezar taşları çok mühimdir. Zannediyorsam beş veya altı tane kalmıştı orada. Mihraplı böyle. Çok güzel sütunçeli, süslemeli. Çok güzel mezar taşları. Şu an restorasyonda külliye. İnşallah güzel bir şekilde açılır.

F: Başka yukarıda tekkelerimiz var mı?

Ö: Üsküdar tekkeler menbaı. Yani o kadar çok tekke var ki ve aynı zamanda pirler yatağı diyebiliriz Üsküdar için. Mesela Ahmet Er Raufi Hazretleri var. Sinan Paşa Camii’ni tekke olarak kullanmış. Büyük zat. Mezarı da oradadır. Üçüncü Osman’ın şeyhidir kendisi. Bunu Mısır’da metfun olan Ahmet Rıfai’yle karıştırmamak gerekir. Ahmet Raufi’nin tarikatı Halvetiye’nin bir kolu olarak kurulmuş. Çok da yayılmamış ama Üçüncü Osman sahiplenip bu tarikatı tekkelerle zenginleştirmiştir. Mehmet Nasuhi Efendi. Mehmet Nasuhi Efendi de Karabaşı Veli Hazretleri’nin halifesidir. Bunu da vurgulayalım.

F: Hemen bir parantez açalım. Bakın sevgili Ömer dedi her padişahın bir hocası var. Bir evet hocası var. Osman Ahmet’in var. Üçüncü Osman’ın var. Abdülhamit Han’ın var. Herkesin ayrı ayrı bir şeyleri var.

Ö: Tekkelerden Nasuhi Efendi’den bahsettik en son. Sonra Köstendili Ali Alaeddin Efendi var. Ki yakın zamanda Üç Pirin Mürşidi isimli kitap yayınlandı. Üç Pirin’de Mürşidi olan Köstendili Ali Alaeddin Efendi de Selami Ali’de bulunan tekkesinin haziresinde metfun. Diğer Pirler’de yani Mürşid’in Mürşidi’nin kitabı var. Yani yetiştirmiş olduğu Pirler’de Ramazan Mahfi Hazretleri var. Diğer Piri Ahmet Er Raufi Hazretleri. Diğeri de daha çok bilindik olarak Nurettin Cerrahi Hazretleri. Bu üç Piri yetiştiren kişi Üsküdar’da metfundur. Nurettin Cerrahi Fatih’te, Karagümrük’te bulunan tekkesi. Yani İstanbul’un üç bir tarafına dağıtmış. Hocalar şehri yani. Semti güzel.

F: Şunu soracağım. Şimdi gençler, üniversite gençleri sana geldiler. Abi biz Üsküdar’ı gezeceğiz dediler. Nereden başlatırız? Nasıl bir güzergah gezeriz? Ama o kadar da vaktimiz yok ha. Sabah sekize başlayacağız, on ikide bite. Dört saatte bizi nereye götürürüz Üsküdar’da?

Ö: Dört saatte ben özellikle Selimiye Camii’nin Üsküdar’ın hep böyle uzakta bırakılan, unutulan, göz ardı edilen yer olduğunu düşünüyorum. Haremde bulunan Selimiye Camii’nin. İçerisinde bin bir güzellik bulunan, belki İstanbul’daki en huzurlu bahçeye sahip olan bir camidir orası. Girdiğinizde ne araba sesi duyarsınız, ne başka bir gürültü duyarsınız. Sadece böyle kuş cıvıltıları ile böyle doğanın sesini duyacağınız çok güzel bir cami. Oraya gezilerimde en az iki saat boyunca anlatıyorum. Selimiye Camii’nin. O kadar çok detay var ki. Benim oradan öğrendiğim çok güzel bir dua vardır. Buradan dinleyicilerimizle paylaşayım. Her, yani kapıların üzerinde özellikle padişahı namaza götüren kapıların üzerinde yazan bir duadır bu. Ya müfettihal ebvab. İftahlena hayrel bab. Yani ey kapılar açan Rabbim bizlere de hayırlı kapılar aç. Dinleyicilerimiz bunu zor zamanlarında kullanırsa emin olun faydasını görecektir bu duanın. O camiyi gezdikten sonra öğrendiğim bir duaydı benim için.

MERMER BABA NEDİR?

F: Allahümme ya müfettül evvab. İftahlena hayrel bab. Allah nasip etsin. O camiyi kim yaptırdı?

Ö: O camide 3. Selim’in yaptırmış olduğu bir camidir. 1805 yılında inşaatı bitiyor. Selim Yakışlası’nın camisi olarak yaptırmış. Yani bir asker cami olarak yaptırılmış. Mesela orada İstanbul’da başka hiçbir yerde görmediğim Mermer Baba var. Yani şöyle söyleyeyim, Mermer Baba. Çok bilindik bir şey de değil bu. Sultan 3. Selim veya sonraki padişahlar veya vezirler o camiye geldiklerinde o muhteşem atlarını bağlamaları için özellikle bir taş dikilmiş oraya.

Mermer bir taş. Onu ben herhangi bir camide görmedim. O özellik. Ardından onun haziresi de çok mühimdir. Boğaz gezilerinde sürekli bahsettiğimiz, hocam sizler de bahsediyorsunuzdur. Dünyanın en güzel şehri İstanbul. İstanbul’un en güzel yeri Boğaz. Boğaz’ın en güzel yeri Beylerbeyi ve Beylerbeyi’nin en güzel yeri ve yalısı da Hasip Paşa yalısı. Hasip Paşa’nın mezarı da oradadır. Selimiye Camii’nin haziresindedir. Büyük bir mezardır. Girdiğinizde hemen fark edersiniz Hasip Paşa’ya ait olduğunu. İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi vardır. Caminin iki tane hünkar kasrı var. Bu anlamda da özel bir camidir. Hatta diğer hünkar kasrında padişah belli zamanlarında gelip böyle musiki ile iştigal ettiği rivayet edilir, Üçüncü Selim’in. İbrahim Hakkı Konyalı da çok büyük bir şahsiyet. Eserleriyle bilhassa Üsküdar tarihiyle. Bizim de çok çok beslendiğimiz Üsküdar tarihiyle. Bütün kitaplarını oraya vakfetmiş, bağışlamış. Orası İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphanesi olarak açılmış.

F: Sen konuşurken aklıma geldi. Selimiye Camii dedin. İstanbul’da üç Selimiye’den bir tane. Şimdi Yavuz Selim Camii var. Birinci Selim’in. Selimiye Camii var Edirne’de. Üçüncü Selim’in de Üsküdar’da. Yani camiler üç tane Selim’in ayrı ayrı eserleri var. Ne güzel.

Ö: O caminin diğer özelliğini de söyleyeyim hemen. İki tane yol vardır çıkışta. Sağ taraftaki yol rampadır. Soldaki yol merdivenlidir. Tabi son uygulamada oraya kaldırım taşları döşenmiş de olsa. Sağ taraftaki yol padişahın veya vezirlerin atlarıyla çıkabilmeleri için rampa şeklinde yapılmıştır. Bunu başka herhangi bir camide görmedim ben. Sadece rampadır. Sol tarafta yol sadece merdivendir. Bunu da söylemiş olalım.
MİHRİMAH SULTANIN SARAYI

F: Sultantepe’yi bize anlatır mısın bilgilerinde? Meşhur bizim Sultantepe’miz. Yani Mihriman Sultalı’nın o merdivenleri çıkıyoruz ya. Sultantepe kimdir? Neden Sultantepe diyoruz? Orada mesela Esna Hatun var. Onlardan bahsedebilir miyiz?

Ö: Bilinen şekliyle Sultantepe’nin ismini alması Mihriman Sultan’ın orada bulunan sarayı vesilesiyledir. O şekilde oraya Sultantepe’si ismi verilmiştir. Hacı Esna Hatun’un orada güzel küçük şirin bir cami var. Yanılmıyorsam dadısıydı Mihriman Sultan’ın. Başka orada küçük küçük çok güzel camiler var. Aynı zamanda orada Şeyhülislam Abdülbaki Efendi’nin de çok güzel bir camisi var. Oraya bir kütüphanede vakfetmiş. Üsküdar’ın ilk kütüphanelerinden birisidir orası da. Sultantepe’de bulunan camide. Tabi oraya en büyük özelliği katan da Özbekler tekiyesidir. Oranın da haziresinde Zenci Musa onu da unutmamak gerekir. Zikretmeden olmaz.

F: Zenci Musa, Özbekler tekkesinin haziresinde. Kimdi Zenci Musa?

Ö: Zenci Musa’da özellikle Osmanlı döneminde Enver Paşa ile birlikte bulunmuş Kuşçubaşı Eşref Enver Paşa ve Zenci Musa birlikte çok büyük hizmetler yapmışlar açıkçası. Özellikle Orta Asya’da büyük hizmetleri olmuş diyeyim. Ve yanında defnedildiğinde birkaç parça eşyası sadece varmış.

MUSEVİLERİN HAÇ MERKEZİ

F: İngilizlerin o kadar para teklifini reddediyor değil mi? Zenci Musa böyle birisi. Şimdi el vermedi. Şimdi notlarından alalım. Buyur sen notlarından son olarak neler söyleyeceksin?

Ö: Notlarım da Kuzguncuk’tan aslında Üsküdar’ın bir diğer değeri değil. Musevilerin haç merkezi. Yahudilerin kutsal saydıkları ve Yahudilerin kutsal saydıkları ve Osmanlı zamanında Avrupa’da yaşayan Yahudiler olsun dünyanın başka yerinde yaşayan Yahudiler olsun defnedilmeyi kendilerine çok büyük böyle önem addettikleri yerdir Kuzguncuk. Kudüs’e gidemedikleri için oraya defnedilemedikleri için Kudüs’e en yakın nokta Kuzguncuk’tur onlar için.

Bir hac merkezidir aynı zamanda. Ve orada üç tane de sinagogları vardır. Bugün hala açıktır bu sinagoglar. Kuzguncuk’la alakalı özellikle şu hatayı düşünmemesin diye vurgulamak istiyorum. Hoşgörünün başkenti olarak böyle lanse ediliyor. Rehberler tarafından veya gazeteler tarafından yazılıyor. Kanaatimde hiç alakası yok çünkü Kuzguncuk’ta bulunan cami 1950 yılında yapılmıştır. Öncesinde orada herhangi bir Müslüman ibadethanesi yoktur.
SULTAN ABDÜLAZİZİN İNCELİĞİ

Sadece Ermenilere ait bir kilise vardır. O kilisenin de hikayesi şöyledir. Cami ve kilise yan yana değil orada. Beylerbeyi Sarayı’nı inşa eden Sarkis Balyan sürekli geç kalıyormuş. Abdülaziz’in dikkatini çekmiş bu da. Neden geç kalıyorsun diye. Efendim Bağlarbaşı’nda bulunan Ermeni kilisesinde ibadetlerim hep öyle geliyorum. O yüzden geç kalıyorum yol uzun olduğu için diyor. Abdülaziz de kendi parasından verip öyleyse yakına bir yere kilise inşa et diyerek para veriyor. Ve Sarkis Balyan Kuzguncuk’ta o kiliseyi inşa ettiriyor. Normalde Ermenilerin yaşadığı yer daha yukarıdadır. Yani sahilde değildirler. Ama oraya Sarkis Balyan kendine Ermeni kilisesi inşa ettirmiş. Camide 1950 yılında yaptırılıyor. Orada Rumlar, Ermeniler ve Hristiyanlar, Yahudiler affedersiniz birlikte yaşamışlardır. Müslümanların orada herhangi bir mahallesi söz konusu değildir. O yüzden hoş görünüm başkenti diye lanse etmenin de yanlış olduğunu düşünüyorum. Sonradan çünkü zaten. Sonradan 1950 yılında yapılmıştır. Yani Yahudilerin ve Rumların çoğunluğunun oradan göçtüğü yıllarda yapılmıştır. Sonra artıyor ve oraya yer verdi.

F: Hasip Paşa’yı unutmayalım. Madem orada Hasip Paşa yalısı dedik. Yalılardan bahsetmedik dediğimiz gibi.

Ö: Nerede Hasip Paşa yalısı? Hasip Paşa yalısı Beylerbeyinde bulunuyor. Dışarıdan bakıldığında böyle çok hoş nizami bir görüntüsü var. Sarı tonlarında bir renge sahip Hasip Paşa yalısı. Birçok görevde bulunmuş. Evkaf Nazırlığı, Şeyhülislamlık, Vezirlik birçok görevlerde bulunmuş. Ve sonrasında vefat ettikten sonra Selimiye’nin haziresinde defnedilmiş. Hemen yanında da oğlu Ömer Efendi’nin mezartaşı var imiş vaktiyle ama o çalınmış. Selimiye Camii’nin haziresinde. O maalesef çalınmış durumda. Çengelköy’ünde Sadullah Paşa yalısından da bahsetmek gerekir. Sadullah Paşa da çok önemli bir şahsiyet. Abdülhamid’in çok sevmediği birisi olduğu için kendisi Viyana’ya büyük elçi olarak gönderilmiş. Orada yaşamış olduğu bir yasak aşk macerası sebebiyle bunun duyulmasından korktuğu için orada intihar etmiş. Çengelköy’ünde yalısında bekleyen hanımı da rivayetlere göre onu her daim böyle güzel kıyafetiyle beklemiş. Kurmuş olduğu sofraya bir tabak daha onun için koymuş. O şekilde hayatını devam ettirdiği söylenir.

F: Ekmek Teknesi de çıkmıştı hatırlar mısın? O filmdeki Necip Hanım o Necip Hanım’dır. Yakında vefat etti o yani o dönemde. Allah’a emanet olunuz. Görüşmek üzere. Hoşçakalın.