Yabancı seyyahların mutlaka ziyaret ettikleri tekke

(İstanbul’un Sırları: 460)
İstanbul’da birçok tekkeler var, her biri açık olduğu dönemlerde birçok yararlı hizmetler de bulunmuş. Ama 18.yüzyılın ikinci yarısından itibaren İstanbul’a gelen yabancı seyyahların genelde ziyaret ettikleri iki tekke vardı. Bunlardan bir tanesi Pera’da bulunan Galata Mevlevîhânesi, diğeri ise Üsküdar Menzilhâne Yokuşu’ndaki Rifâî Âsitanesi idi. Her iki tekke de Batılı seyyahların dikkatini çeken sıra dışı uygulamalara ev sahipliği yapmaktaydı. Özellikle ünlü seyyah İbn-i Batuta da bu tekkeye uğramış. Biz de bugün 12. yüzyılda Ahmed el-Rifâî (ö. 1182) tarafından temeli atılan Rifâîyye tarikatının asitanesini anlatacağız.

NEDEN ÖZELLİKLE YABANCILAR GELİYORDU?
Yabancı seyyahların tekkeyi özellikle ziyaret etmelerinin sebebi, tekkenin
 kendine mahsus âyinleri olmasından kaynaklanıyor.  Hemen hemen her dönem bu âyinlerin icra ediliş şekli insanların merakını çekmiştinr.  İbni Battuta’nın seyahatnâmesinde, böylesi bir Rifâî âyini bütün yönleriyle anlatılır. Ayinlerle ilgili bilgiler şu şekilde verilmiş:
“….Ayrıca, bir mangal üzerinde kor haline getirilmiş kızgın demirler -ki bunlara gül denir- vücudun çeşitli bölgelerine sürüldüğü gibi bizzat ağız ve dil yoluyla yalanmak suretiyle, adeta tarikatın hak olduğunun bir bürhânı, yani delili olarak bütün insanlara gösterilmek istenir. Ancak, bu uygulamanın Rifâîlik tarikatının bütün mensuplarınca uygulandığı hususu hakkında şimdilik net bir şey söylemek mümkün görünmemektedir. Fakat, 19. yüzyılın sonlarında Yıldız Sarayı’nın Rifâî mensubu bir kâtibinin tercüme ettiği Rifâîlik kitabında, bu sıra dışı özelliklere vurgu yapılırken her Rifâî dervişinin bu şekilde âyin yapmadığı anlaşılır…”

BAHŞİŞ BIRAKMA ÜSÜLÜ DE NERDEN ÇIKTI?
Galatasaray Lisesi muallimlerinden Ernest Manbour’un 1925’de hazırladığı bir rehberde de Üsküdar’daki bu tekkeyi ziyaret edenlerin bahşiş bırakması gerektiğinden bahsedilir. Bu durum, tekkenin zaman içerisinde tabiri caiz ise turistik bir mekân haline dönüştüğünü gösterir.

Rifâî Âsitânesi olup, Mehmed el-Hâdidî tarafından Tavaşî Hasan Ağa camiinin karşısında inşa ettirilmiştir. Aslına bakılırsa, tekkeyi yaptıran kişi hakkındaki bilgi tartışmalı olmakla beraber, bânisinin Seyyid Ahmed Efendi isminde bir zât olduğu ve tekkeyi daha sonra onaran ya da genişleten kişinin ise Defterhâne Emini Yusuf Rıza Efendi (ö. 1828) olduğu bilinmektedir.

Sonuçta, bazı noktaları tam olarak kesin olmasa da Rifa’î Âsitânesi’nin tarihçesi şu şekilde özetlenebilir: 1591-92 civarında Yemen’den İstanbul’a gelen ve âsitânenin karşısındaki Tavaşî Hasan Ağa Camii’nde Rifa’î ayini icra etmeye başlayan Şeyh Muhammed ibn Ukayl (ö. 1627), 16. yüzyılın sonlarında veya 17. yüzyılın başlarında, âsitânenin bulunduğu arsada küçük bir zâviye tesis etmiştir. Bu zâviyenin hangi tarihe kadar faaliyet gösterdiği bilinmemektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

https://openaccess.29mayis.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12723/2399/OryantalistImgeleminInsasinda_MuharremVarol.pdf?sequence=1

https://ataturkkitapligi.ibb.gov.tr/Content/publications/128/Rifa_Asitanesi.pdf