Osmanlı İstanbul’unda çocuk kitapları var mıydı?

Çocuk edebiyatı bize Tanzimat ile birlikte gelmiştir. Tanzimat öncesi için sözlü kültürde çoçuk edebiyatı ile ilgili çalışmaların var olduğu ifade edilse dahi yazılı olarak herhangi bir çalışmaya rastlanılmamıştır. Siyasi ve kültürel alanda birçok atılımların yapıldığı Tanzimat sonrası, Osmanlı çocuğunun millet ve devlet için önemi idrak edilmiş ve bu bağlamda ço­cuğu ilgilendiren alanlarda bazı değişimler gerçekleştirilmiştir.

Çocuk edebiyatı alanında en dikkat çekici çalışma ise II. Meşrutiyet Dönemi’nde telif ve çeviri çocuk kitaplarının basılması olmuştur.

Tanzimat Fermanıyla başlayan yenileşme hareketleri içinde birçok değişimler dönüşümler görülmüş; mesela ilk kez tiyatro oyunları yazılıp sahnelenmeye başlamıştır. Cumhuriyet’in ilanından sonra da önemli siyasal, ekono­mik, hukuki ve kültürel alanda yaşanan büyük değişimler, atılımlar devam etmiş ve çocuk yazını alanında telif eserler verilmeye başlanmıştır (Ağırakça:2014:13).

Klasik dönem Türk edebiyatında bilinen ilk telif fabl örneği 15. yüzyıl şairi Şeyhi’nin (ö. 1431) Harnâme adlı mesnevisidir.

Harnâme mesnevisinde geçen bir masal şöyledir: Çayırda otlayan semiz öküzlere bakıp, onlar gibi olmak isteyen cılız ve hasta bir eşek; girdiği ekin tarlasının sahibi tarafından öldüresiye dövülür. Kuyruğu ve kulağı kesilir. Acı içinde ağlayıp inleyerek oradan uzaklaşır.

Masaldan çıkarılacak dersi kendi fıtratından ayrılmak isteyen hasta ve cılız olan eşek dillendirmektedir… Eşek bizlere ”Batıl isteyü haktan ayrıldım, Boynuz umdum kulaktan ayrıldım’‘ demektedir.

17 ve 18.yüzyıllarda ise çoçuğu konu alan iki öğretici mesnevi yazılmıştır. Bunlardan ilki, Nabi’nin oğlu Ebulhayr Mehmet için kaleme aldığı Hayriname/Hayriyye, diğeri de Sümbülzâde Vehbi’nin oğlu Lütfullah’a hitaben yazdığı Lutfiye’dir.  Her iki eser de iyi, doğru, ahlaklı ve erdemli olma konularında babadan oğula öğütler içerir.

Hayriyye (Hayri-name) Öğüt kitaplarının Türk edebiyatındaki en tanınmış örneğidir. Nabi (1642-1712), 1701’de yazdığı eseriyle altmış bir yıllık hayat tecrübesini ve bilgi birikimini henüz yedi yaşındaki oğlu Mehmet’e aktarmak ister. Şair, kitabın yazılış serüvenini de anlattığı bölümde öncelikle bir evlada sahip olmanın sevincini dile getirir. Oğluna soyunun yüce; atalarının ve babasının bilgin olduğunu hatırlatır, ancak bununla yetinmemesi, erdemli olmak için çaba göstermesi gerektiğini söyler. “Babanın nefesi evladı etkiler.” özlü sözünden hareketle gönül madeninden taze inciler çıkarıp şiir ipliğine dizdiğini ve bunları oğlunun kulağını ve aklını aydınlatmak için yazdığını belirtir. Nabi, oğlu Mehmet’in şahsında örnek bir insan tipi ortaya çıkarma arzusundadır. Bu insan tipi, şekilcilikten uzak duracak, niçin ibadet ettiğinin bilincinde olacak; bilgi, erdem ve düşünce bakımından örnek tavırlar sergileyecektir. Hayriyye’de din, ibadet, ahlak, bilim, tasavvuf, devlet yönetimi gibi başlıklar altında toplanabilecek öğütleriyle Nabi, bir eğitimci rolü üstlenir. Oğlu Mehmet’in her yönüyle örnek bir insan olarak yetişmesi konusunda çaba harcar.

Nabi’nin oğluna şiir aracılığı ile verdiği öğutler:

Etme ar öğren oku ehlinden

Her şeyin ilmi güzel cehlinden

Sana bir şey birisi verse eğer

Alma müstağni ol ey cân-ı peder

Eyleme kimseyi zemm ü gıybet

Aybdır âkil olana bu sıfat

 Kimsenin cevr ile canın sıkma

Hâtırın yapmaya sa’y et yıkma

Nabinin oğluna öğütleri: kin tutmayacak, komşu hakkı konusunda titiz davranacak, davetsiz olduğu yere gitmeyecek, içki içmeyecek, dostlar arasında hediyeleşmeyi ihmal etmeyecek, kimsenin hakkını yemeyecek, kimseye karşı büyüklük taslamayacak, insanlar arasında söz taşımayacak, başkalarının arkasından konuşmayacak, şakalarında ölçülü olacak, insanları incitmeyecek, onlarla alay etmeyecek, herkese sırrını açmayacak, yalandan şiddetle sakınacak, vaktini boşa harcamayacak, fiziksel güzellikten çok ruh güzelliğine önem verecek, sağlam bir yuva kurmaya çalışacak, tavla ve benzeri oyunlarla vakit öldürmeyecek, bilimle uğraşmaktan artan zamanlarda zihnini dinlendirmek için satranç oynayacak musiki ile bağını koparmayacak, esrar / afyon gibi uyuşturucu maddelerden kesinlikle uzak duracak, harcamalarında dikkatli olacak, gösteriş için borca girmeyecek, mevki ve makam konusunda hırs göstermeyecektir. Nabi’nin bütün bu kaygılarla şekillendirmek istediği insan, dönemi içinde örnek bir portredir.

Bir diğer mesnevi ise Lutfiye Sümbülzade Vehbi (ö.1809) tarafından kaleme alınan Lutfiye’dir.  Lutfiye’yi duygu, düşünce, öğüt ve önerilerini oğluna aktarmak amacıyla 1791’de kaleme alır. Oğlu Lütfullah dünyaya geldiğinde Vehbi elli yaşındadır. Bu yaşta bir erkek çocuk babası olmanın sevincini yaşayan şair, oğluna manzum bir öğüt kitabı armağan etmek ister. Önünde Nabi’nin doksan yıl önce yazdığı Hayriye vardır. Vehbi, Hayriye ile Lutfiye’yi karşılaştırırken Hayriye’nin anlam dolu bir öğüt kitabı olduğunu ancak Nabi’nin sözü biraz uzattığını, kendi kitabının ise söylenmesi gerekeni özet olarak sunduğunu kaydeder.

Vehbi, Lutfiye’de oğlunun bilime yönelmesini; tasavvuf, tarih ve edebiyatla, özellikle de şiir ve nesirle, güzel konuşma ve yazma ile meşgul olmasını ister. Felsefe, geometri, astroloji, fal, kimya / simya dışında dinî ve dünyevi bütün bilimleri öğrenmesini tavsiye eder. Bu isteyiğini de şöyle ifade eder:

Mal ile ilmi müsâvî sanma

Mala rağbetle varıp aldanma

Olma sazendelerin dem-sâzı

Çaldırırlar sana şayet sazı

Her sözün aṣlını idrâk eyle

Zihnini dağdağadan pâk eyle

Meclisin meclis-i irfân olsun

Her gören şevk ile hayrân olsun

Dâimâ halka tevâzu göster

Rûy-ı dil tavrını herkes ister (Alıcı 2011: s.46, 86, 94, 116)

Hayriye ve Lutfiye, biçim ve içerik yönünden benzerlik gösterir. Kutadgu Bilig’le başlayan geleneksel çizginin uzantısı durumundaki bu eserlerin edebî olmaktan öte, eğitici ve öğretici olma iddiaları vardır. Her iki şairin de amacı, manzum öğütlerle genç beyin ve gönülleri aydınlatmaktır.

Çocuklara Yönelik Süreli Yayınlar

Osmanlı Dönemi’nde çocuklara yönelik ilk süreli yayın, 1869’da yayınlanan Mümeyyiz adlı gazetedir. Şiir, bilmece, haber, ansiklopedik bilgiler ve dizi yazılara yer verilen gazetede yalın bir dil kullanılır. İkinci olarak 1875’te Sadakat gazetesi yayınlanır. Gazete adını Etfal olarak değiştirdikten sonra on üç sayı daha çıkarır. 1876’da Mehmet Şemsettin Arkadaş gazetesini çıkartır. 1882 yılında da Çocuklara Arkadaş yayınlanır. Bu yayınlar, görsel bakımdan ilgi çekici olmaları yanında, dizi yazıları, öyküleri ve ödüllü yarışmalarıyla da çocuklara okuma alışkanlığı kazandırma amacı güder. Çocuk edebiyatına alt yapı oluşturacak süreli yayın birikimi ve deneyimiyle dikkati çeken Mehmet Şemsettin’in gözünde gazete bir eğitim ve öğretim aracıdır. Çocuklara yönelik yayınları bağımsız bir alan olarak ilan eden ilk isim de Mehmet Şemsettin’dir. Yayıncı, çocuklara sürekli öğüt vermek yerine zaman zaman onlara arkadaşça yaklaşmayı dener. (Enginün 1991: 35-39; Sınar 2006: 182) İlk deneyimlerden sonra 1883’te Vasıta-i Terakki ve Çocuklara Kıraat okurlarla buluşur. 1887’de Çocuklara Ta‘lim gazetesiyle çocuk yayıncılığını sürdüren Mehmet Şemsettin bir yandan da İslamiyet, ilim, fen, terbiye konularında çocuklara bilgi vermek için Çocuklara Cuma Günü Mektebi adlı dört ciltlik bir yardımcı kitap hazırlar. Çocuklar için kaleme aldığı kısa hikâyeleri Çocukların Gece Eğlencesi adlı kitapta bir araya getirir. 1897-1901 arası haftalık gazete Çocuklara Rehber ile 1896-1908 arası Çocuklara Mahsus Gazete, dönemin en uzun ömürlü süreli yayınlarıdır. Çocuk Bahçesi (1904), Musavver Küçük Osmanlı (1909) ve Arkadaş (1909) dönemin diğer önemli dergileridir.

1910’da çıkmaya başlayan Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası dönemin iz bırakan dergilerindendir. 19. sayısından itibaren Tedrisat Mecmuası adıyla yayınını sürdürür ve 1926’ya kadar 69 sayı çıkar. Dergi; eğitim ve öğretimin kuramsal çerçevesini çizen yazılar yanında, edebî metinlere de yer verir.

1911’de Talebe, Çocuk Bahçesi, Türk Yavrusu, Çocuk Yurdu, Çocuk Duygusu, Mektepli dergileri çocukların beğenisine sunulur. Çocuk Dünyası (1913), Çocuk Dostu (1914), Hür Çocuk (1918) adlı süreli yayınlar da kayda değer ürünlerdir. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte çocuk dergiciliği yeni bir ivme kazanır. 1923’te Çocuk Postası, Yeni Yol, Talebe Mecmuası adlı dergiler yayımlanır. Haftalık Resimli Gazetemiz (1924), Sevimli Mecmua (1925), Çocuk Dünyası (1926), Çocuk Yıldızı (1927) adlı dergiler Cumhuriyetin ilk yıllarında yayın hayatına atılır. Özellikle yeni harflerin kabulüyle birlikte çocuk gazete ve dergilerinin sayısı artar. Dığı terbiyenin rolü herkesçe kabul edilmeye başlar (Okay 1998: 46). Babalar Oğullar (1888), Hikmet-i Peder (1898), Ana Babanın Evlat Üzerindeki Hukuk ve Vezâifi (1899), Çocuk Melekât-ı Uzviye ve Ruhiyesi (1899), Peder Olmak Sanatı (1899) gibi eserleriyle eğitim üzerindeki araştırma ve incelemelerini bir araya getiren Ahmet Mithat Efendi (1844-1912) özellikle Kıssadan Hisse (1870) adlı eserinde Ezop ve François Fénelon’dan yaptığı çeviriler ve kaleme aldığı kısa hikâyelerle Doğu’ya ait öğüt geleneğine eklenir.

Bu düşünceyle Tanzimat Dönemi’nde çocukların eğitimine yönelik telif eserlerin yayınlandığı görülür. Bu eserler çocukları dönemin hedeflenen insan tipine uygun olarak yetiştirmeyi amaçlar.

Çoçuğun hayal gücünü geliştirmek için masal ve hikâyelerin önemi

Ahmet Mithat, Çocuk Melekât-ı Uzviye ve Ruhiyesi’nde çocuğun hayal gücünü geliştirmek için masal ve hikâyelerden yararlanmak gerektiğini belirtir. Çocuk daha önce gördüğü ve hafızasına aldığı şeyleri, hikâye ve masallar sayesinde hayal dünyasında canlandırma fırsatı bulur. Hayal gücü zenginleştikçe kendisi de hayal dünyasında tasarladığı hikâyeleri anlatmaya başlar.

Çoçuk edebiyatını geliştirmek için yalın bir anlatım ile çevirilen hikayeler 

Tanzimat Dönemi’nin birinci kuşağından Şinasi (1826-1871), gazete çıkarma ve batılı anlamda tiyatroyu Türk edebiyatına taşıma konusunda öncülük etmekle kalmaz; La Fontaine’den yaptığı çevirilerle de Türk çocuk edebiyatına alt yapı oluşturur. Şinasi’nin La Fontaine’den tercüme ettiği Eşek ile Tilki Hikâyesi bu anlamda ilk örnektir ve yazarın 1859’da yayınlanan Tercüme-i Manzume adlı kitabında yer alır. Şinasi, bu tercüme ile birlikte kendi yazdığı iki fabla da (Kara Kuş Yavrusu ile Karga Hikâyesi, Arı ile Sivrisinek Hikâyesi) 1863’te yayınladığı Müntehabat-ı Eş’ar adlı kitabında yer verir. Söz konusu metinlerde, gazete dilinin kazandırdığı alışkanlıkla yalın bir anlatım sergilenir. Yine ilk örneklerden biri olarak, Kayserili Doktor Rüştü, Nuhbetü’l-Etfal (1859) adlı alfabede hikâyeler ve fabl çevirileriyle çocuklara seslenir. Güldürü ögelerine yer verdiği hikâyelerde ve Deryaya Giden Balığın Hikâyesi, Karınca ile Ağustos Böceğinin Hikâyesi, Kedi ile Farelerin Hikâyesi gibi fabl çevirilerinde çocuklara ders verirken aynı zamanda okuma alışkanlığı kazandırmak ister.

La Fontaine tercümeleri Söz mucidi Şinasi’den sonra da hızla devam eder

Recaizâde Mahmut Ekrem (1847-1914), 1879’da çıkan Hazine-i Evrak dergisinde La Fontaine’den çeviriler yapma arzusunun nasıl ortaya çıktığını anlatır. “Söz mucidi Hazreti Şinasi”nin bu alanda bir çığır açtığını kaydeder.

La Fontaine’in üslubu hakkındaki görüşlerini dile getirir. Buna göre Ekrem Bey, La Fontaine’in söyleyişini “selis [akıcı] ” ve “tabii” bulur. Ahengini “suyun akışı”na benzetir. Hece ile başladığı tercüme faaliyetini aruzla sürdürür. Yaptığı on çeviriyi 1886’da Nâçiz adlı eserde bir araya getirir. Bu eserin manzum ön sözünde Ekrem; bir gün evde sıkıntılı saatler yaşarken eğlenceli bir kitap aradığını, eline La Fontaine’in Fables adlı eserinin geçtiğini ve bu hikâyelerde anlatılan gerçeklere hayran kaldığını yazar. Bu zarif, şairane ve ince düşünceleri Türkçeye aktarmayı düşünür. Kitaptaki on manzumeden birini hece, diğerlerini aruzla Türkçeleştirir. Ağustos Böceği ile Karınca masalının ise hem aruzla hem de hece ile yapılmış iki çevirisi vardır. Karga ile Tilki, Meşe ile Saz, Kurbağa ile Öküz, Biri Tuz Diğeri Sünger Yüklü İki Eşek, Aslan ile Akd-i Şirket Eden [ortaklık kuran] Dana, Kuzu ile Oğlak, Horoz ile İnci, Tilki ile Keçi, Ölüm ile Oduncu hece ile yapılan çevirilerdir

Meşrutiyet Dönemi’nde Çocuk Edebiyatı

Türkiye’de çocuklar için edebiyat alanına giren ilk örneklerin ortaya çıktığı II. Meşrutiyet’ten sonraki dönemi, çocuk edebiyatının kuruluş dönemi olarak değerlendirmek mümkündür. Özellikle Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası çevresinde öğretmen yetiştirme faaliyetlerinin bir parçası olarak oluşturulan kurul, çocuğa yönelik edebî ürünlerin bir ihtiyaç olduğu sonucuna varır ve bu alandaki eksikliği fark eder. Maarif Nezareti tarafından yayınlanan Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası farkındalık oluşturma konusunda öncü olur. Dönemin eğitimci ve okul yöneticisi Mustafa Satı el-Husrî’nin (1880-1969) derginin ilk sayısında yayımlanan “Çocuk şiirlerine, çocuk şarkılarına muhtacız.” uyarısı son derece önemlidir. Öte yandan çocuk eğitiminde öykü ve masalların rolü bir kez daha keşfedilir; Ahmet Cevat [Emre], Çocuklara Hikâye Anlatmak Sanatı (1910) adlı eserinde kuramsal bilgiler verir ve örnek metinler üzerinde durur.

1909’da Darülmuallimîn (Öğretmen Okulu) müdürlüğüne getirilen Satı Bey, kurduğu Tatbikat Mektebinde (Uygulama Okulu) en temel ihtiyacın öğrenci seviyesine uygun şiirler ve şarkılar olduğunu belirler. Elde, Satı Beyin “çocuk edebiyatımızın parlak ve mükemmel eserleri” diye nitelediği birkaç örnek vardır. Bunlar Tevfik Fikret’in Hep Kardeşiz ve Küçük Asker şarkıları ile Ağustos Böceği ile Karınca ve Az Tamah Çok Ziyan Verir adlı manzum hikâyelerdir. Bu metinler ilk birkaç aylık ihtiyacı karşılar.

Manzumelerin eğitimdeki önemi 

Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır’ın (1867-1937) Şiir Demeti (1923) kitabı “Yavrulara” ithafıyla ve şairin “İlk Tedrisat Mekteplerine mahsus dinî, ahlaki, millî, içtimaî, vatanperverâne şiirler, terbiyevî hikâyeler, maniler, bilmeceler” epigrafıyla başlar. Kitapta yer alan altmış üç manzume eğitim ve okul, oyun ve eğlence, doğa sevgisi, aile sevgisi, sağlık ve temizlik, bencillik ve kibir, Kurtuluş Savaşı gibi başlıklar çevresinde gruplandırılabilir. Eğitici ve öğretici iletiler taşıyan manzumelerde Allah, peygamber, Müslümanlık, İslam’ın şartları, dört halife, cami, ezan gibi konularda çocuklara dinî terbiye verilmeye çalışılır.

Millî Edebiyat Dönemi’nden Cumhuriyet dönemine

Millî Edebiyat Dönemi’nden Cumhuriyet’e geçerken bir bölüğü doğrudan çocuklar için yazmış olmasa da Osman Fahri, Suat Fahir, Ruşen Eşref, Siracettin Hasırcıoğlu, Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç gibi şairler; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Mahmut Yesari, Aka Gündüz gibi yazarlar çocukların zevkle okuduğu metinlere imza atarlar. Meşrutiyet Dönemi’nde okullarda tiyatro çalışmalarına ağırlık verilmesi de gündeme gelir. Konuya dikkat çeken ilk isim İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’dur (1886-1978). Eğitimci, yazar, hattat ve siyasetçi kimlikleriyle tanınan Baltacıoğlu; 1918 yılında Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’ne atanmasının ardından, okul temsillerini teşvik eder. Dönemin Millî Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı “Mektep Temsillerinin Usûl-i Tedrisi” adlı kitapçıkta tiyatronun eğitim, öğretimdeki işlevi üzerinde durulur, okullarda özellikle tarihî oyunların sahnelenmesi istenir. Baltacıoğlu, 1960’lı yıllarda Küçük Şehit, EdirneMuhasarası, Yavuz gibi piyesler de yazar (Şimşek 2004, s. 46,47).

Osmanlıda masalların çoçuk üzerinde ki etkisi 15.yüzyılda farkedilmiş. Batı’da ise bu farkındalık 18.yüzyılda gerçekleşmiştir.  18. yüzyıl düşünür yazar ve eğitimci Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) çoçuğun doğuştan masum olduğu yaklaşımıyla o zaman var olan çoçuğun doğuştan günahkar düşüncesine karşı çıkmıştır. Rousseau ”Yaratıcının elinden çıkarken her şey mükemmeldir, ancak insan elinde bozulur” sözü ile çoçuğun doğuştan masum olduğunu ve ailenin ve çevrenin çoçuğun ahlakını belirlediğini belirtmektedir. Aslında çoçukluğun keşfi romantiklere nasip olmuştur.

Victor Hugo’nun (1802-1885) şu cümlesi ile çoçukluğun ve eğitiminin önemini vurgulamaktadır:  “Kristof Kolomb sadece Amerika’yı keşfetti. Bense çocukluğu keşfettim.” cümleleri bu açıdan önemlidir (Heywood 2003: 35).

Çocukluğun keşfiyle masalların keşfi, eş zamanlı gerçekleşir. Masallar, her kavmin sözlü kültüründe mitik dönemden itibaren dilden dile anlatılan sembolik öykülerdir. Keşfedilen, masalların anlattığı dünya ile çocuk dünyası arasındaki benzerliktir. Çocukların dinledikleri masallara ilgi duyması yanında yazılı masalları da zevkle okudukları görülür

KAYNAK:

https://istanbultarihi.ist/assets/uploads/pdf/osmanli-istanbulunda-cocuk-olmak-137.pdf

https://tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/Tacettinsimsek.pdf

https://istanbultarihi.ist/137-osmanli-istanbulunda-cocuk-olmak#gallery-4