İstanbul’da “Kabe’den hatıralar”

(İstanbul’un Sırları: 454)

Hac ve Umre ziyareti dolayısıyla Kabe’de bulunanların mutlaka görmek istediği Hacer’ül Esved taşları İstanbul’da olduğun biliyorsunuz değil mi? İşte bu taşlar acaba buraya nasıl gelmiş onun hikayesini araştırdık. Şehit Sokullu Mehmet Paşa Camii, Mimar Sinan’ın ustalık eserlerinden biri. İstanbul’da bulunan cami, Sultanahmet Meydanı’ndan Kadırga’ya doğru inen Şehit Mehmet Paşa yokuşu üzerinde yer alıyor. Cami, Osmanlı padişahlarından Sultan 2. Selim’in kızı Esmehan Sultan tarafından 1570’li yıllarda yaptırıldı. Hacer-ül Esved taşının bulunduğu havza alanı restore edilirken taştan kopan 10 santim büyüklüğündeki parçalar İstanbul’a getirildi. Taşın 4 parçası, o sırada yapımı devam eden Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin giriş kapısının üzerine, mihrabın üst orta kısmına, minber giriş kapısının üzerine ve minber kubbesine altın varaklı çerçeve içerisinde yerleştirildi. 

‘Hacer-ül Esved” taşının parçalarından 5 tanesi İstanbul’da- 4 tanesi Sokullu Mehmet Paşa Camisinde- 1 tanesi Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Türbesinde 1 tanesi de Edirne’de – “Eski Cami” de bulunmaktadır. 

İşte detaylar:

KABE’Yİ SEL BASINCA MISIRDAN ORDUMUZ YETİŞTİ
Bir rivayete göre Kabe’ye haccın hemen öncesi büyük bir sel gelir.  Kanuni Sultan Süleyman döneminde olduğu sanılan bu olay sırasında hemen Mısır’dan ordu derhal gemi ile Cidde’ye oradan da Mekke’ye gelerek hac başlamadan Kabe’nin tamir ve bakımı yapılmış. İşte bu esnada Hacer’ül Esved’den düşen parçalar dönemin Kabe Emin tarafından İstanbul’a teşekkür amacıyla gönderilmiştir.

Bu parçaların 4’ünün Sokullu Mehmet Paşa Camii’ne, birinin de Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesine yerleştirilmiştir.

HACER’ÜL ESVED TAŞI NEDİR?
Hacerülesved’in, yeryüzünde ilk inşa edilmiş mabedi Kabe-i Muazzama’nın güneydoğu köşesinde, 1,5 metre yüksekliğinde, 30 santimetre çapında bir noktada bulunmaktadnır. İlk inşa edildikten sonra Kabe-i Muazzama’nın güneydoğu köşesine monte edilen bu taş tavafın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Özellikle Hazreti İbrahim a.s döneminde, değişik zamanlarda tarihi süreç içerisinde Kabe-i Muazzama gerek yangın gerek seller gerekse insanların saldırılarıyla bazen tahrip olmuş, bazen de yıkılmıştır. Tahrip oldukça tamiri yapılmış, yıkıldıkça da yeniden inşa edilmiştir ve Hacerülesved taşı o gün bugündür muhafaza ediliyor.

Hacerü’l-esved terkibi Arapça’da “siyah taş” anlamına gelir. Yerden 1 ,S m. kadar yükseklikte bulunan, yaklaşık 30 cm. çapında ve yumurta biçimindeki bu taşın siyaha yakın koyu kırmızı renkte olması sebebiyle böyle söylenmektedir.

HACERÜL ESVED TAŞI KAÇIRILDI MI?
930 yılında Ebu Tahir el-Cennab  Mekke’de yaptığı katliam ve yağma sırasında Hacerül esved’i yerinden sökerek Hecer’e götürmüştür. Böylece Kabe uzun bir süre Hacerülesved’siz kalmış. Ancak hacılar tavaf esnasında Hacerülesved mevcutmuş gibi bulunduğu yeri istilam ederek  tavaflarını  yapmışlardır.

Nihayet bir rivayete göre Fatımi Halifesi Mansurn Billah’ın emriyle, diğer bir rivayete göre ise Abbasi Halifesi Mutl-Uilah’ın 30.000 dinar fidye ödemesi üzerine Hacerülesved Mekke’ye getirilerek (339/950-51) yerine yerleştirilmiş ve gümüş mahfazası tamir edilerek yenilenmiştir.

HACERÜL ESVED TAŞI KOPARAN İDAM EDİLDİ
Daha sonra Hacerül esved’i çalma veya ondan bir parça koparma yönünde birçok teşebbüs olmuşsa da bunlar engellenmiş veya koparılan parçalar özenle yerine monte edilmiştir. İbrahim Rıfat Paşa’nın naklettiğine göre Hacerül esved 1290’da (1873). ortasında 27 cm.çapında yuvarlak bir açıklığın bulunduğu gümüş bir mahfaza içine alınmış olup(Mir’atü’l-lfaremeyn, 1, 264) bu açıklık sayesinde taşa dokunulmasına imkan sağlanmıştır. 1932 yılında bir Afganlı Hacerülesved’den bir parça koparmış. Ancak yakalanarak idam edilmişti

 

MERAKLISINA NOT: Gülru Necipoğlu, bu taşların Hacerü’l-Esved’in parçaları olduğu konusunda şüphe duymaktadır. Kutsal Hacerü’l-Esved’i parçalamak akla yakın görünmediği için, Kâbe’nin eskiyen siyah harem taşına ait olduğunu ve bu onarıma ilişkin 1567 tarihli Mısır Beylerbeyi’ne yollanan II. Selim fermanı bulunduğunu belirtir. Bkz. Necipoğlu, a.g.e., s.450.