Sürgüne razı oldu ama kararından dönmedi

Fatih’de her sokak bir canlı tarih müzesi adeta. Darüşşafaka Caddesi üzerinde bulunan Bahai Efendi Haziresini gördüğüm zaman dedim yine bir saklı hikâye var burada. Önce teşekkür edelim, burayı düzenleyip bu yazıyı asan emeği geçen herkese teşekkürler. Daha önceleri böyle düzenli değildi buraları.  Evet, gelelim Şeyhülislam Bahai Efendi’nin hikâyesine, birkaç defa sürgün yemesine rağmen verdiği kararından dönmeyen bir şeyhülislam O. İşte hikâyesi:

GENÇ YAŞTA KADI OLDU
İstanbul’da doğdu, doğum tarihi için kaynaklarda 1595 ve 1601 yılları verilmekte ise de birincisi daha doğru görünmektedir. Baba ve anne tarafından tanınmış bir ilmiye ailesinden gelmektedir. Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi’nin torunu, Kazasker Abdülaziz Efendi’nin oğludur. Anne tarafından ise Ebüssuûdzâde Mustafa Efendi’nin torunudur. Tahsilini babasından ve aile çevresindeki tanınmış hocalardan yaptı. 1617’de babasıyla birlikte Hicaz’a gitti, dönüşte ilmiye mensubu ailelere tanınan imtiyazlardan faydalanarak genç yaşta çeşitli medreselere müderris tayin edildi. Daha sonra kadılık mesleğine geçerek 1631’de Selânik, 1633’te Halep kadısı oldu.

SÜRGÜN HAYATI ONU ŞAİR YAPTI
Bu sırada Halep Valisi Ahmed Paşa ile araları açıldı. Ahmed Paşa Bahâî Efendi’yi keyif verici maddelere düşkün olmak, bu sebeple de adlî ve kazâî görevlerini aksatmakla suçlayarak padişaha şikâyet etti. Bunun üzerine, bu konuda sıkı bir yasak uygulayan IV. Murad’ın emriyle azledilerek Kıbrıs’a sürüldü. 1636’da İstanbul’a dönmesine izin verildi. Kıbrıs’ta geçirdiği sıkıntılı günlerin hissiyatı orada iken yazdığı şiirlerine de yansımıştır.

KADILIKTAN ŞEYHÜLİSLAMLIĞA YÜKSELDİ

Bahâî Efendi 1638’de Şam, 1644’te Edirne, bir yıl sonra da İstanbul kadılığında bulundu. 1646’da Anadolu, ardından da Rumeli kazaskerliğine tayin edildi. Belli sürelerle kaldığı bu görevlerden mâzul olduğu yıllarda çeşitli yerler kendisine arpalık olarak verildi. 1647’de ikinci defa Rumeli kazaskeri, nihayet Hoca Abdürrahim Efendi’nin azli üzerine 8 Receb 1059’da (18 Temmuz 1649) şeyhülislâm oldu. “Gelmedi dehre Bahâî gibi âlim müftî” mısraıyla şeyhülislâmlığa tayinine tarih düşürülmüştür.

YİNE AZİL YİNE SÜRGÜN

Bu sırada IV. Mehmed henüz çocuk yaşta olduğundan devlet idaresi Vâlide Kösem Sultan ve ocak ağalarının elinde idi. Sert bir mizaca sahip olan Bahâî Efendi’nin ağalara önem vermeyip isteklerine karşı koyması onlarla arasının bozulmasına sebep oldu. Vâlide Sultan’a gönderdiği iki arîzada ağaların ardı arkası kesilmeyen isteklerini kabul edemeyeceğini, bunun için kendisinin görevden affını rica etmiş, ancak Vâlide Sultan bir süre daha sabretmesini istemiştir . Fakat bu sırada meydana gelen İzmir konsolosunun yargılanması meselesi azline sebep oldu.

Bahâî Efendi ise önce Anadoluhisarı’ndaki yalısına çekilmiş, bir süre sonra da arpalığı olan Midilli’ye gönderilmiştir. Ancak oraya giderken yolda uğradığı Gelibolu’da kalmış, saray da buna göz yummuştur. Yakın dostu olan Siyavuş Paşa sadrazam olunca Bahâî Efendi’nin İstanbul’a dönmesini sağladı; arkasından da amcazadesi Ebûsaid Efendi’nin azli üzerine ikinci defa şeyhülislâmlığa gelmesine yardımcı oldu (11 Ramazan 1062 / 16 Ağustos 1652).

 

Bahâî Efendi’nin ikinci meşihatı tayin ve azillerle ve devrinin siyasî olayları ile mücadele içinde geçti. 12 Safer 1064’te (2 Ocak 1654) boğmacadan (hunak) öldü. Mezarı Fatih Camii’nin Darüşşafaka caddesine açılan kapısı civarında cadde üstünde, evvelce yolun solunda Bahâî Sofası adıyla anılan yerde iken genişletilen yol sebebiyle oradan kaldırılarak karşı taraftaki günümüzde yoldan yüksekçe kalan hazîreye nakledilmiştir.

 

Kaynakların ittifakla bildirdiğine göre keskin bir zekâya ve kuvvetli bir hâfızaya sahip bulunan Bahâî Efendi, iyi bir tahsil görmemesine ve ilmî konularda derinleşmemiş olmasına rağmen anlayış ve kavrayış gücü sayesinde hemen her meselenin üstesinden kolaylıkla gelebilmiştir. Ayrıca rahatına düşkün olduğundan ilmî konularla uğraşmak gibi yorucu ve sıkıntılı çalışmalar yerine vaktini sohbet ve edebiyat meclislerinde geçirmeyi tercih etmiştir. Kâtib Çelebi, “Merhum tab‘-ı selîm, zihn-i müstakîm sahibi bir kimse idi. Eğer kanun üzere şuğl edip keyfe müptelâ olmasa Rûm’da bir gelenlerden olurdu” diyerek onu tenkit ederken bir taraftan da sahip olduğu meziyetleri belirtmektedir.

 

https://islamansiklopedisi.org.tr/bahai-mehmed-efendi