İstanbul’un işgali ile ilgili bilmediklerimiz !

17 Ekim 2018 Tarihli Prof. Dr. Ali Satan Hoca ile Erkam Radyo İstanbul’un Sırları programında gerçekleştirilen İstanbul’un İşgali konulu röportaj

Ekim ayı İstanbul için çok çok önemli. Çünkü 7 Ekim bizim bayramımız. Nasıl ki 15 Temmuz tüm Türkiye için önemliyse 6 Ekim de tüm Türkiye için önemliydi. Ancak son yıllarda pek hatırlanmıyor. Peki, ne oldu altı Ekim’de? 6 Ekim tarihi 6 Ekim tarihi İstanbul’un İngilizler tarafından yaklaşık dört yıl sürdürülen işgalden kurtuluşu… Dört yıl boyunca İngilizler, İtalyanlar ve Fransızlar İstanbul’da yapmadıklarını bırakmadılar. Bu konuyu konuşmak üzere Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Satan ile bir araya geldik.

Fahri Sarrafoğlu: Merhabalar hocam hoş geldiniz.

Prof. Dr. Ali Satan: Merhaba Fahri bey, hoş bulduk.

Sevgili hocam 6 Ekim 1923 tarihinde İstanbul İngiliz işgalinden kurtuldu. Biz bu tarihi İstanbul’un kurtuluş günü olarak kutluyorduk. Ancak son yıllarda unutuldu. İstanbul’un kurtuluşunu bize anlatabilir misiniz?

Elbette… İstanbul yüzyıllar boyunca batılıların ve doğruların hedefi olmuş bir şehirdir. Birinci Dünya Savaşı sonunda maalesef savaşı kaybettiğimiz için 13 Kasım 1918 itibariyle güzel şehrimiz İstanbul düşman tarafından işgal altına alındı. Maalesef uzunca bir zaman boyunca bu işgal devam etti. Bütün bu işgal neticesinde, milli mücadele neticesinde Türk orduları yani TBMM Orduları 6 Ekim 1923 yılında İstanbul’a gelerek İstanbul’u İngilizlerden devraldılar. Yani İngiliz işgali son buldu ve İstanbul yeniden asıl sahibine yani Türklere geri döndü. Buradaki sürece çok dikkat etmemiz gerekiyor. Lozan anlaşması imzalanmış ve Ankara’da onaylanmış, böylece İstanbul’un terk edilmesi yani Türklere iade edilmesi süreci başlamıştı. Aslında Lozan’ın onaylanmasıyla iki süreç başladı. Birincisi İngilizlerin İstanbul’u terki ve Türk ordularına iadesi ikincisi İse Musul meselesi…

Fahri Sarrafoğlu: Hocam oraya girmeden şunu belirtmek istiyorum: 6 Ekim 1923’te İstanbul kurtuldu diyoruz ve bundan önce dört yıl boyunca İngiliz Fransız ve İtalyan işgali vardı. 16 Mart 1920 de fiilen işgal edilmişti. Peki, iki yıl boyunca İstanbul neden işgal altında bekledi. Neden daha önce müdahale edilmedi de iki yıl beklenildi.

Prof. Dr. Ali Satan:  Fahri bey İstanbul bizim için ne kadar önemliyse batı için de o kadar önemli. Bir sembol şehir adeta. Bu şehri ele geçirmek her iki taraf için de büyük bir önem arz ediyordu ve tarihte de yüzyıllar boyunca bunun mücadelesi verilmişti. İstanbul’un Türkler tarafından alınması batılılar tarafından kabullenilmiş hazmedilmiş bir konu değildir. İstanbul işgal edildikten sonra bütün Avrupa şehirlerinde Ve Amerika’da (bunun belgesini gördüğüm için söylüyorum) Hristiyanlar, din adamları İstanbul’daki işgal kuvvetlerine telgraflar göndererek kutlamalarda bulunmuşlar ve kati surette İstanbul’u terk etmemelerini istemişlerdir. Ayrıca Ayasofya’nın da derhal kilise yapılması hususunda talepleri vardır. Dolayısıyla İstanbul’un fethinin batı kamuoyunda büyük bir memnuniyetsizlik yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Terk edilmesi bu yüzden kati surette düşünülmüyor, işgalin kalıcı olacağı planlanıyordu. Biz tarihçiler olarak 13 Kasım’daki işgali resmen işgal olarak görmüyoruz ama fiili olarak bir işgal vardır. Yani İstanbul’un muhtelif stratejik noktalarına asker çıkartılmıştır. Kontroller maalesef itilaf devletlerine geçmiştir. Buna eş zamanlı olarak İstanbul’da işgal komiserlikleri kurulmuştur.

Fahri Sarrafoğlu: Peki hocam İstanbul halkı bunu görmüyor muydu yoksa gördüğü halde aldırış etmeden işine devam mı ediyordu?

Prof. Dr. Ali Satan: Hayır. İstanbul halkı her şeyin farkındaydı. İşgali önlemek için de çareler arıyordu ilk günden itibaren. Müdafayı Hukuk cemiyetleri ilk olarak İstanbul’da kurulmuştur ve mütarekeden önce kurulmuştur. Yani İstanbul halkı milli mücadeleyi başından sonuna kadar desteklemiştir gizli veya açıktan. Bu süreç içerisinde İstanbul’da muazzam mitingler gerçekleştirilmiştir. Sultanahmet’te Kadıköy’de Üsküdar’da… Muhtelif mekanlarda muhtelif şekillerde halkın galeyana geldiğini, bir araya geldiğini bu işgali tanımadıklarını anlıyoruz. İstanbul’un içerisinde bulunduğu durumdan bir çıkış yolu arayışı içerisindelerdi. Ve mümkün olduğunca İstanbul’da gizli örgütlenmeler vesilesi ile Anadolu’ya silah kaçırma cephane götürme gibi çeşitli etkinliklerle bütün mücadele boyunca halkın desteği sürmüştür. Gizli veya açık dedim çünkü İstanbul’da işgal kuvvetleri bulunduğu için bu etkinlikleri aleni yapmak her zaman mümkün olmuyordu. Dolayısıyla bunları İstanbul halkı o tarihlerde gizli bir şekilde yapmışlardır. Bir diğer önemli konu da Kızılay’ın faaliyetleridir.

Fahri Sarrafoğlu:  Hocam o konuda biraz daha detay alabilir miyiz?

Çünkü Anadolu’da işgaller yaşandığı için Anadolu’nun çeşitli yerlerinde çok ciddi dramlar yaşanmaktaydı. İşgalden kaçanlar sebebiyle muazzam bir sivil hal göçü söz konusuydu. Çok ciddi ıstıraplar yaşanıyordu. Kızılay bunlara çare olmak için yardım kampanyaları düzenliyordu İstanbul’da. Bu insanlara çok ciddi yardımlar yapılıyordu. Anadolu’daki göçmen mağdurlara kıyafetten ısınmaya kadar birçok alanda yardımlar yapılıyordu. Bu kampanya da İstanbul halkı tarafından ciddi destek görüyordu. 13 Kasım 1918’den itibaren (neden 13 Ekim diye sorarsanız onu da anlatayım: 30 Ekim 1918’de mütareke imzalandıktan sonra Boğazların açılması söz konusudur. Dolayısıyla Boğazların mayınlardan temizlenmesi ancak ayın 13’ünde mümkün olmuştur ve derhal İşgal başlamıştır. Ve muazzam bir gövde gösterisi yapmışlardır. Yani Mütarekeden sonra boğazın temizlenmesi için beklenilmiştir. Dolayısıyla işgal 13’ünde başlamıştır. Ancak biz bu işgali günümüzde çok fark edemiyoruz. Çünkü İngilizler İstanbul’dan ayrılırken İstanbul’da ne kadar fotoğraf, fotoğrafçı özel koleksiyon, gazete arşivi varsa hepsini yanlarında götürmüşlerdir. Yani işgale dair izler ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca işgal sırasında Türk halkına gözdağı verebilmek için Büyük büyük gemiler getirildi ve onlar Galata köprüsüne paralel olarak konuldu. Kısacası halkın demoralize olması için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Ayrıca halka da çok kötü muameleler yapılmıştır. Hastalar, yaşlılar, gece vakitlerinde evlerinden çıkarılıp götürülmüştür.  İngilizler’in kötü muameleleri içimizdeki aydın insanların da uyanmasına vesile olmuştur:  İngilizler nasıl böyle şeyler yapıyor diyerek şaşırmışlar ve uyanmışlardır.  Yani çok kötü muamelelerin böyle bir neticesi olmuştur.

Fahri Sarrafoğlu: Hocam kız kulesinin işkence yeri olarak kullanıldığını biliyoruz kaynaklardan.

Prof. Dr. Ali Satan: Doğrudur. Ben dönemin gazetecilerinden olan Velid Ebu Ziya’nın bir yazısını hatırlıyorum. Diyor ki insanlar zevk için kırbaçlanıyordu. İngilizler İstanbul’dan çıkarken bir ziyafet vermişlerdir ve kendisini de gazeteci sıfatıyla davet etmişlerdir.  Ancak Velid Ebu Ziya bu daveti reddetmiştir. Ben yazdığı mektubu buldum İngiliz arşivinde. Siz nasıl böyle bir davette bulunabilirsiniz, unutturmak için yapıyorsunuz ama biz sizin işgalci olduğunuzu unutmayacağız şeklinde ifadeler bulunan bir mektup yazmıştır. Bu çok haklı bir tepkiydi muhakkak. Ancak bu tepki zaman içerisinde hızla unutuldu. Bu işgal döneminde İngiliz istihbaratı azınlıklarla çalışarak çok büyük yaralar açmıştır.

Fahri Sarrafoğlu: Peki hocam Fransız komutanlardan birisinin beyaz at üzerinde geldiği zaman karşılanmadığı gerekçesiyle taksimde taht kurdurması ve tekrar altından geçmek istemesi olayı doğru mu?

Prof. Dr. Ali Satan: Taht kurulduğunu bilmiyorum ama ilk defa geldiğinde karşılamayı yeterli bulmuyor ve beyaz bir at bularak yeniden bir karşılama töreni düzenlettiriyor. Maalesef böyle bir olay var. Dönemin harbiye nazırının Mustafa Kemal’e yazmış olduğu mektuptan bir cümle ifade etmek istiyorum: Mağlubiyet onulmaz bir yaradır diyor. Dolayısıyla teslim olduktan sonra yapılacak hiçbir şey yoktur maalesef işgal kuvvetleri de bunu sonuna kadar istismar etmişlerdir. Bir başka hususta 16 Mart meselesidir. 16 Mart 1920 resmi işgalin başlangıcı olarak ifade edilir. Hakikaten o gün işgal kuvvetleri İstanbul’a 5000’in üzerinde asker çıkarmışlardır. Ve o tarihte hiçbir sebebi yokken askerlerimiz katledilmiştir. Şehzadebaşı olayı diye anılır. Bu büyük bir infiale sebebiyet vermiştir.

Hatta işgalden sonra 16 Mart tarihi anılmaya devam etmiştir. Bir rivayete göre NATO’ya girene kadar bu anmalar sürmüştür ve NATO’ya girdikten sonra Türk İngiliz dostluğuna halel gelmesin diye bu anmalar da unutulmuştur.

Fahri Sarrfoğlu: Sevgili hocam hafızamız siliniyor ama!

Prof. Dr. Ali Satan: Maalesef…

Fahri Sarrafoğlu: Hocam peki 6 Ekim’e dönelim. 6 Ekim’in unutulma sebebi nedir? Okullar tatil oluyor vatan Caddesi’nde yürüyüş yapılıyor ve İstanbul’un işgalden kurtuluşu kutlanıyordu. Kapalı çarşıya bayrak asılır okullarda 6 Ekim’in önemi anlatılırdı. Ama şu an unutuldu.

Prof. Dr. Ali Satan: Ben böyle bir lüksümüzün olduğunu düşünmüyorum tarihi günlerle oynayamayız. İstanbul’un fethi de önemli kurtuluşu da önemlidir dolayısıyla bunlar milli hafızamızda çok önemli yer tutar ve tahkim edilmesi gerekmektedir. Biz başkentimizi neden kaybettik bunun üzerine düşünmemiz lazım.

Fahri Sarrafoğlu: Hocam şimdi son sorumu soruyorum. 2018 yılında bizler Türk gençliği olarak İstanbul’un işgaline ve İstanbul’un işgalden kurtuluşuna nasıl bakmalıyız? Şu anda bu röportajı okuyan genç kardeşlerimiz, anne babalar, İstanbullular ve tüm Türkiyeliler bu olaya nasıl bakmalılar? Kolay bir şey mi İngilizlerin işgalinden kurtulmak? Şehitler verilmedi mi?

Prof. Dr. Ali Satan: Tabii ki bir ülkenin işgalinden bahsediyoruz bunları bizim anlatmamız zor oluyor. Fakat bugünkü gençlerimiz sadece akşam haberleri seyretse ve akşam haberlerde Suriye’nin haline Irak’ın haline baksa ne demek istediğimizi anlayacaktır. Bunun canlı bir örneği var maalesef. Milyonlarca Suriyeli neden Türkiye’ye geldi, başka yerlere gitti? İşgal yaşanıyor çünkü. Iraklılar neden perişan oldular? İşte tam da bunun benzeri bizim ülkemizde yapılmaya çalışıldı. Olaya bu şekilde bakmak lazım. Bu olaylar tarihte kaldı bir daha olmaz dememeliyiz. Eğer bu fırsatı onlara yine verirsek yine aynı duruma düşebiliriz Allah korusun. Bu fırsatı verdiğiniz anda Suriye’nin başına gelen bizim başımıza gelir. Irak’ın başına gelen bizim başımıza gelir. Dolayısıyla bu şuurla hareket etmek mecburiyetindeyiz. Yani düşmana fırsat verirseniz size acımayacaktır. Bize acımadılar. Bunun için uyanık olalım. Güçlü olalım. Gençler bu yüzden nasıl güçlü olacağımızı düşünsünler ve kendilerini geliştirsinler, yetiştirsinler. Şu an topla tüfekle olmayan savaş entelektüel olarak devam ediyor entelektüel savaş zihinlerimizin savaşı anlamına geliyor. Kültürel alanda da mücadeleler sürüyor bunlara karşı da hazırlıklı olunması gerekiyor. Gençlerin kendini geleceğe hazırlaması ve donanımlı hale gelerek dünya sahnesinde yer alması gerekiyor.

Fahri Sarrafoğlu: Hocam ağzınıza sağlık çok teşekkür ederim.

Prof. Dr. Ali Satan: Ben teşekkür ederim.