Değirmen taşı gibi çalış ekmeğinizi taştan çıkartın

Değirmen taşı gibi çalış ekmeğinizi taştan çıkartın

İstanbul deyince sadece tarihi dokusu ile değil yol gösteren şahsiyet sahibi kişilerle de akla geliyor. Adım adım gezdiğimiz İstanbul’da Kasımpaşa –Kulaksız semtinde karşımıza çıkan bir alim ve halka kendini sevdirmiş olan bir şahsiyet ile karşılaştık. Seyyid Osman veya Saçlı Emir Efendi ya da Es-Seyyid Osmân Hâşimî-i Sivâsî” yıllara öncesinden günümüze bir mesajı var: “

Âkıl isen rızk için gerdûn-ı dûna eğme ser,
Âsyâb-âsâ yürü var ekmeğin taştan çıkar.

“Aklı başında bir insan isen, bir lokma ekmek için alçak dünyaya baş eğip muhtac olma. Git, değirmen gibi, sen de ekmeğini taştan çıkar. Alnının teriyle kazan ve kimseye minnet etme!”

HZ.ALİ R.A SOYUNDAN GELEN BİR ALİM
 Kasımpaşa’da Kulaksız semtini gezerken bir cami ile karşılaştık.  Camiyi yaptıran kişi  ise “es-Seyyid Osmân Hâşimî-i Sivâsî”, bu bilgiden de anlaşıldığı gibi Seyyid Osman, Hâşimî soyundandır ve Sivaslı’dır.  Kaynakların verdiği bilgiye göre Seyyit Osman 1595 tarihinde vefat etmiş ve caminin yayındaki türbesine defnedilmiştir. Evliya Çelebi ondan “eş-Şeyh Osman yani Emîr Sultan” diye bahseder, tekkesini de Emîr Sultan Tekkesi olarak belirtir.

19’da (1513) Sivas’ta doğdu. Asıl adı Osman’dır. Tarikat silsilesi hakkında kaleme aldığı “sevdiğim” redifli manzumesindeki “Nesl-i pâk-i Mustafâ vü Murtazâ’dır Hâşimî” mısraından da anlaşılacağı üzere Hz. Ali neslinden geldiği için “seyyid” ve “emîr” lakabıyla anılmış, yine bu sebeple şiirlerinde Hâşimî mahlasını kullanmıştır. Acem seyyidleri gibi saçlarını uzattığından Saçlı Emîr olarak ve tekkesinin bulunduğu yer dolayısıyla Kasımpaşalı nisbesiyle de anılır.

İLK EĞİTİMİNİ AMASYA’DA ALDI
Hâşimî öğrenim için genç yaşta Amasya’ya, oradan da İstanbul’a gitti. Sahn-ı Semân Medresesi’nde okurken tasavvufa meylederek tahsilini bıraktı ve devrin birçok meşâyihine hizmette bulundu. Bu sırada gördüğü bir rüya üzerine Vize’ye gitti. Burada, rüyasında Hz. Ali sûretinde gördüğü devrin Bayramî-Melâmî kutbu Sârbân Ahmed’in mensuplarından Vizeli Alâeddin Efendi ile karşılaşarak ona intisap etti. Seyrüsülûkünü, Alâeddin Efendi’nin vefatından (970/1562-63) sonra yerine geçen Gazanfer Efendi’nin yanında sürdürdü. Onun emriyle Amasya’ya gidip irşad hizmetine başladı. Gazanfer Efendi’nin vefatı üzerine İstanbul’a döndü (974/1566-67). Kasımpaşa ile Okmeydanı arasındaki Kulaksız semtinde günümüzde kendi adını taşıyan ve cami olarak kullanılan zâviyeye yerleşti.

MELAMİ MEŞREB BİR ZAT İDİ
Oğlan Şeyh İsmâil Ma‘şûkī ve Hamza Bâlî meşrebinde olduğu, onlar gibi şeriata aykırı hareketlerde bulunduğu dedikoduları etrafa yayılınca, istikamet sahibi oluşuyla halk ve devlet nezdinde itibar sahibi bulunan Halvetî şeyhlerinden Nûreddinzâde’ye intisap ederek yanında erbaîne girdi. Hulvî’nin naklettiğine göre bu sırada gördüğü bir rüyayı Nûreddinzâde’ye anlatıp yorumunu sorunca, “Emîr, senin bize ihtiyacın yok. Var git, dervişânın ile meşgul ol. Bizim kisvemizi ve evrâdımızı terketme” cevabını aldı. Bunun üzerine tekkesine dönüp hizmetine devam etti. 11 Zilkade 1003 (18 Temmuz 1595) tarihinde öldü ve Kasımpaşa’da Kulaksız’daki tekkesinin hazîresine defnedildi.

 

Vizeli Alâeddin tarafından Gazanfer Efendi’nin kızıyla evlendirilen Hâşimî Emîr Osman’ın vefatından sonra yerine oğlu Seyyid Câfer Efendi geçti. Hâşimî’nin Muhtârî ve Emîrî mahlaslarını kullanan şair iki oğlu daha olduğu bilinmektedir (Kınalızâde, I, 186; II, 881).

GÜLER YÜZLÜ BİRİYDİ
Sarı Abdullah Efendi Hâşimî’yi güzel yüzlü ve keramet sahibi bir velî, Nev‘îzâde ise cezbeli, keramet ehli, herkesin hürmet gösterdiği bir şeyh olarak tanıtır. Hâşimî Emîr Osman’ın bağlı olduğu kol Bayramî Melâmîleri’nin silsilesiyle birleşmekle birlikte tekke açıp âyin, evrâd ve ezkârla meşgul olması melâmet yolundan uzaklaştığını göstermektedir. Bunda, o dönemde Bayramî Melâmîleri aleyhinde yürütülen faaliyetlerin de etkili olduğu söylenebilir. Hediyyetü’l-ihvân müellifi Nazmî Efendi onu Bayramî Melâmîleri’nden ayrı bir kategoride değerlendirir ve “tarîk-i Bayramî” üzere âyin icra ettiğini bildirir.

ESERLERİ
1. Divançe.
2. Tarîkatnâme.
3. Tefsîr-i Sûre-i İsrâ. İsrâ sûresinin tefsirine dair küçük bir risâle olup bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir.

GÖSTERDİĞİ GÜZEL HALLERİ

İlim tahsil etmek için küçük yaşta İstanbul’a geldi. Fatih Sahn-ı Seman Medreselerinde tahsilini tamamladı. Bir gece rüyasında Hazreti Ali’yi gördü, İmam-ı Ali: “Oğlum! Umman erlerini görmek istersen, Vize’ye git. Orada bulursun” buyurdu. Emir Osman Efendi, uyanır uyanmaz hemen yol hazırlıklarına başladı ve Kırklareli ilinin Vize ilçesine hareket etti. Güneşin doğumu sırasında Vi­ze’ye vardığında, güneşin doğduğu taraftaki kırmızılığı seyreden birisini gördü. Bu zat, Emir Osman Efendi’ye: “Ey Emir! Eğer Ali’yi istersen işte Ali benim. Fakat şimdi süvari deği­lim” buyurdu. Bunun üzerine Emir Osman Efendi rüyasını hatırlayarak: “Fakat efendim, rüyada gördüğüm zaman onun Zülfikârı vardı” deyince, o zat belindeki kemere bağlı bulunan tespihini çekmesi ile tesbih Allahü Teala’nın izniyle Zülfikar şeklini aldı. “İşte evladım, bizim Zülfikârımız budur” dedi. O sırada Emir Osman dü­şüp bayıldı. Kendine geldikten sonra, o mübarek zatın hizmetine girdi. Bu zat, Şeyh Alâeddin Ali Efendi Hazretleri idi. Haşimî Emir Osman Efendi, Şeyh Alâeddin Ali Efendi Hazretleri’nin dergâhında uzun bir süre kalarak tasavvuf dersleri aldı. Bu sırada Şeyh Gazan­fer Efendi Hazretleri’nin kızı ile evlendi.
Şeyh Ali Alâeddin Efendi vefat edin­ce Gazanfer Efendi onun yerine geçti. Gazanfer Efendi’nin vefatından sonra Emir Efendi Vize’den ayrılıp İstanbul’a geldi. Nureddinzâde Dergâhında misafir kaldı. Bu dergâhta Rasulüllah Efendimiz’i rüyasında gördü. Peygamber Efendimiz mübarek ellerinde bulunan yeşil renkli üç yapraklı taze ayvayı, Nureddinzâde’ye verilmek üzere kendisine verdi. Sabah olunca Nureddinzâde Hazretleri: “Ey Emir! Sen hiç rüya görmez misin? Zira tabir için bize müracaat et­miyorsun” dedi. Emir Efendi, rüyasında Nureddinzâde için verilen üç yapraklı ayvayı hırkasının altından çıkarıp: “Efendim! İşte fakirinizin rüyası” diyerek ayvayı takdim etti. Bunun üze­rine Nureddinzâde: “Ey Emir! Artık senin bize ihtiyacın kalmadı. İki aslan bir postta olmaz. Var artık kendi postuna sahip ol” diyerek icazet verdi.

Yûsuf dahî olsan düşürürler seni çâha,
Ebnâ-yı zamânın işi ihvâna cefâdır.

“Zamânımızın insanlarının işi gücü dâimâ halka, yakınlarına ve kardeşlerine kötülük ve eziyet çektirmekten ibârettir. Hattâ kusursuz ve en iyi kalbli bir insan bile olsan seni de hazret-i Yûsuf gibi kuyuya atmaya kalkışırlar.”

Kaynaklar:

http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Evliyalar-Ansiklopedisi/Detay/Turkiye-Istanbul-HASIMI-EMIR-OSMAN/316

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/429369

Melami Bir Şair, Haşimi Emir Osman